<Kırmızı gök sevdiğin renge dönene kadar bekleyeceğim.>
♤Kaç bilinmeyenli olduğunu bile bilmeden bir denklemin ortasına atmıştı kendini. Çarpılmış, bölünmüş, toplanmış ve çıkartılmıştı ama yine de sonucu bulunmamıştı. Kaç işleme bedeldi bir doğru sonuç? Seori bilmiyordu çünkü hiç ulaşamamıştı. Saydığı adımların devamı gelmemişti. Hayatı adım olarak sayması hataydı aslında. Öyle ki her şeyi kaçırmıştı. Hayat bu kadar cüretkârlığı kabul etmezdi. Seori ise sadece hayatının kendisine ait olmasını istemişti. Evirip bükebileceği, istediğinde farklı şekiller yapabileceği bir oyun hamuru gibi.
Uzun süredir olduğu yerden ilk defa çıkmıştı. İlk geldiği günden beri merak ettiği ama vaktini ayırıp da bir kere bile gezemediği çatı katındaydı. Aslında burası en başından ulaşmak istediği yere en yakın yerdi. Bulutların arasında olduğunu bildiği şeyleri yeryüzünde aramıştı. Buldukları ise bir avuç acıydı. Biliyordu ki o arafta kalmıştı. Bulutlara çıkacak kadar güçlü, yeryüzünde kalamayacak kadar da hırslıydı o. Bu da arafta kalmasına neden olmuştu. Ara dünya. Ne oradasın ne burada.
Uzun ve sancılı bekleyişinin sonucunda bir ay önce, yani 27 Kasım 2026'da çıkış yapacağını öğrenmişti. Tek kişi çıktığı yola tek kişi devam edecekti. Yine yalnızdı. Bir yandan buruktu içi; Riki ardında kalıyordu. O çok küçüktü, yalnız başa çıkabilir miydi bilmiyordu ama Seori Riki kendi yaşadıklarını yaşamasın diye hep arkasında olacaktı. Biliyordu çünkü, burası kurtulursan cennete ulaşacağını düşündüğün dipsiz bir cehennemdi. Aslında kurtuluş yoktu tabii. Herkes kendini kandırırdı. Sonunda çıkış yapacağına bile sevinmiyordu. Daha kötüleri olacaktı çünkü. Seori beş yıldır bunu öğrenmişti. Zaman geçer Seori kalır, yara alır yine de kalır. Ölecek duruma gelir yine de kalır. Gidecek yeri yoktu ki onun. Tüm her şeyi yakmıştı çok önceden. Şimdi dönerse geçmişindeki bencillik sandığı her şeyi ezer ve kendine ait yepyeni bir enkaz yaratırdı. Mazlemesi de bencilliği olurdu.
Çatı katında birkaç saat sonra olan ilk konserini bekliyordu. Belki hayalindeki sahneden çok daha küçük olacaktı sahnesi ama bu yeterdi. Artık eskisi kadar büyütmüyordu kendisini. Olmadığı şeyler yenine koymuyordu. Kalıbına uydurmaya çalışmıyordu. Biliyordu ki kenarlardan boşluk kalırdı ve tamamlamaya çalıştıkça yara alırdı, hep böyle olmuştu. Seori sonuca ulaşsa da vazgeçmişti.
Onu öldürmeye çalışan şey sanatını beslemiyordu. Seori tek bir şeyde haklıydı; sanatı kendisiydi. Öldürmek isteyen şey sanatını nasıl beslerdi ki?
Çalan telefonunu açtı. Arayan menajeriydi ve makyaj odasına beklediğini söylemişti. Ayaklarını sürüye sürüye ve solgun yüzünü saçlarının ardına saklayarak yürümeye başladı. Gece boyunca pratik yaptığı için uykusuzdu. Aslında genelde uyumazdı ama bu sefer uykusuzluğu ona koyuyordu. Hatırlamak istemediği geçmişini hatırlatıyordu ona. Kendini uykusuz bırakışı, kusturuşu, parçalanana dek üzerinde dans ettiği ayakları ve hatta vazgeçmekten korktuğu için kestiği bilekleri. İzler vardı. O izleri makyöz kapatabilir miydi? Ya da Seori, binlerce insanın önünde maske takabilir miydi? Işıltılı giysilerin içinde ve sahnede eğreti dururdu onun solgun suratı. Onu da kimse düzeltemezdi.
Odaya girdiğinde hep hayalini kurduğu saygı dolu bakışlar yoktu ama bunun olmayacağını zaten çok önceden öğrenmişti. Masaya oturduğunda ayakları havada kaldı. Sandalye yüksek bile değildi ama yirmi üç yaşında olan Seori çok küçüktü. Sallanan ayaklarına bakıp gülümsedi; Jake olsa çok hoşuna giderdi bu görüntü. Minik şeyleri severdi o. Değişmediyse eğer, severdi tabii. Beş yıl geçmişti, Jake çok değişmiş olmalıydı. Başarılı biri olduğuna emindi. Korecesini düzeltmiş olmalıydı. Seori'nin çok sevdiği telaffuzu muhtemelen yok olmuştu. Sevdiği serseri görüntüsünün yerini belki takım elbise almıştı ama böyle olmasını istemiyordu. Eğer gerçekten öyleyse, ikisi cidden çok ayrı düşmüş demekti.
