<Beş baharın ve beş kışın ardından parmak uçlarımız birbirine dokundu. >
♤"Seo, sana vişneli aldım."
"Ben vişne sevmem ki!"
"Vişne mi sevmezsin? Instagram'da adın cheorry ama?"
"Jake, o bir totem hayatım. Totem..." dediğimde Jake gözlerini devirdi ve vişneli meyve suyunu bana uzattı. Kabul ediyordum, aslında vişne hastasıydım ve Jake bunu çok iyi biliyordu ve sürekli sinir etmek için reddediyordum. Bunu anlıyordu ama oyunuma ayak uyduruyordu her defasında.
Tuhaf bir telaffuzla "Müzik dersinden kaçsak mi ya?" diye sorduğunda burnumu kıvırdım. Jake Kore'ye taşınalı dört yıl oluyordu ve dilde hâlâ zorluk çekiyordu. Babası da annesi de koreliydi ama o Avustralya'da doğmuştu. Alınmadığını bildiğim için sürekli telaffuzuyla dalga geçerdim. "Telaffuzun çok ağır ya," dediğimde kafama hafifçe vurdu.
"Avustralyalıyım çünkü, aptal." dediğinde güldüm ve vişne suyumu pipetten büyük bir zevkle içtim. Göğsüyle omzu arasında bir yere başımı yaslamıştım. "Müzik dersinden kaçmayalım. Okula piyano geldi, çalmak istiyorum," dedim. Müzik benim için büyük bir tutkuydu. Küçüklüğümden beri bir sürü enstrüman çalmayı öğrenmiştim, şan derslerine ve dans kurslarına gitmiştim. İdollere özeniyordum hep, onların yaptığı hareketleri taklit eder, evcilik oyunu oynardım kendi kendime. Kendi sahneme sahip olmanın hayaliyle büyümüştüm.
"Şu piyano çalışını da bir kere bile duyamadık, ayakta mı uyutuyorsun yetenekliyim diye acaba?" dedi dalgayla. Bacağını cimciklediğimde güldü. Yüzüne bakmak istiyordum çünkü güldüğünde çok güzel oluyordu. "Tamam tamam, kızdırmayalım küçük hanımefendiyi."
"Hanımefendi babandır,"
"Neler diyorsun sen kayınpederine öyle?"
"Ben henüz bir evlilik teklifi almadım," dedim ve boş yüzük parmağımı gözüne sokarcasına önünde salladım. Elimi tuttu ve aşağı indirip parmaklarımızı kenetledi. Başparmağıyla elimin üstünü okşamaya başladığında yumuş yumuş olmuştum. "On sekiz yaşında olabilir miyiz acaba?"
"Neyin kayınpederi o zaman süperzekacık?"
"Uf Seo, onu bunu bırak da sınav geliyor lan. Ne halt yiyeceksin?"
"Sen ne halt yiyeceksen ben de aynını yiyeceğim işte," dediğimde elini kalbine doğru götürdü ve derin bir nefes aldı. Güzel bir şey söylediğimde hep bunu yapıyordu. Vişne benim totemimse bu da onun totemi gibi bir şeydi. Daha sevgili olmadan önce ne anlama geldiğini sorduğumda; güzel şeylerin ardından bunu yaptığında güzel şeylerin olmaya devam ettiğini söylemişti. "Galiba düştüm ben. Kızım sen benim kaderimsin. Evleneceğim ben seninle, haberin olsun."
Kahkaha attığımda zil çalmasıyla ayaklandık. Aynı sınıftaydık ve bu tesadüf değildi. Tanıştıktan sonra, ayrı sınıflarda oluşumuza üzülüp kaymakam olan babamın bağlantılarını kullanmıştım müdürün bizi aynı sınıfa aldırması için. Bunu sadece kaymakam olan babam başarabilirdi çünkü Müdür Kim deneden herif çok cinsti. Öğrenci başkanı oluşumu kullanıp eğitemediği öğrencilerin başına gönderirdi bodyguardmışım gibi. Nefret ediyordum o heriften. Ayrıca saçı da peruktu; rüzgarlı havalarda hiç dışarı çıkmazdı o yüzden.
El ele sınıfa girerken yan sınıftaki arkadaşlarımızdan Sunghoon ve Subin koşarak yanımıza geldiler. Jake onlarla özel tokalaşmalarını yaparken ben kollarımı kavuşturmuş bir şekilde öğrencileri dikizliyordum. Öğrenci başkanı olmak bunu gerektirirdi. Herhangi bir yamuk harekette atılmalıydım ama ne yazık ki çok sevdiğim kaos yoktu. Öğrenciler arasındaki kaosu daha çok severdim çünkü onlar kavga ettiklerinde ben ayırırdım ve onlar kavga ettikleri için ceza yerlerken; ben ayırdığım için ek puan alırdım.
"Müzikçi gelmemiş."
"Müzikçi değil cahil cühela yaratık, müzik öğretmeni Bayan Lim." dediğimde Subin gözlerini devirdi ve bana atakta bulundu. Elbette şakaydı ama Jake, yani bir numaralı can kurtaranım elini havada yakaladı ve döndürüp sırtında tutturdu. "Sevgilim cahil cühela diyorsa cahil cühelasındır, düşük ırk."
"Hanımcı olmuş bu Sungsung, biz gidelim."
Subin ve Sunghoon kol kola yanımızdan gittiklerinde hafifçe güldüm. Sınıfa girip sınıftakilere boş ders olduğunun haberini verip bahçeye gönderdim çünkü burası özel bir sınıftı. Birçok müzik aleti vardı ve müzik kulübündekiler hariç dokunmaya izin yoktu. Ayrıca okuldaki hayvandan bozma insanlar zarar verebilirlerdi. Ben ise müzik kulübünde oldugum için iznim vardı, Jake de benden torpilliydi. Şanslı bir insandı o benim gibi bir sevgilisi olduğu için. Ama benim şansımın yanında hiçbir şeydi.
Jake çantalarımızı rastgele bir sıraya koydu ve öğretmen masasının kenarına oturdu. Ben de büyük pencerenin karşısındaki piyanonun başına geçmiştim. Tuşların kapağını açtım ve nota kağıtlarına bakındım ama sevdiğim herhangi bir parça yoktu. Bu yüzden aklıma ilk gelen ve çok sevdiğim bestelerden birini çalmaya başladım. Bu beste bana ilk öğrendiğim andan beri farklı şeyler hissettiriyordu. Belki çiçeklerle dolu bir uçurumun kenarında oturuyor olabilirdim ve tül gibi ince, bana benzeyen birkaç beden etrafımda dönüyor olurdu. Onlar benim ruhumun yansımalarıydı.
Yiruma, river flows in you.
Ellerim ezbere hareket ederken Jake oturduğu yerden kalkıp piyanonun yanına gelmiş ve yaslanmıştı. Gözlerimle yanımı işaret ettim oturması için. Ona birkaç şey öğretebilirdim. Öğenmeye açık biriydi ve ben anlattığımda hiç haylazlık edip dinlemediğini görmemiştim. Dersleri hep dinlerdi ama haylaz olduğu su götürmez bir gerçekti. Tuhaf eşek şakaları yapardı. Matematik öğretmeni Bay Seo'nun ödev verdiği dosyaya bilerek meyve suyunu dönmüştü ve bir tek benim anlayabildiğim bir alayla özür dilediği için suçsuz bulunmuştu.
Parçayı çalmayı bırakıp ellerini tuşların üstüne doğru pozisyonda yerleştirdim ve "Kesik uçlular Do notası. Bir sonraki kesik uçluya kadar notalar ilerliyor ve tekrar Do'ya incelerek geri dönüyor. Sağa doğru ses incelir," dedim ve parmaklarını nazikçe soldan sağa doğru sürttüm tuşların üzerinde. Ses giderek inceliyordu ve Jake'in suratındaki gülümseme giderek büyüyordu. Hoşuna gitmişti.
Ellerimi ellerinin üstünden çekerek tuşlara yerleştirdim ve basit bir parça çalmaya başladım olabildiğince yavaş bir şekilde. "Bastığım tuşlara göre önündeki tuşlara bas sen de. Ses kalın olsa da aynı parçayı çalmış olacağız," dedim. Aslında böyle işlemiyordu ama onun mutlu oluşunu görmek çok güzeldi ve başardığında yüzünde oluşan gülümseme kadar hiçbir şey iyi hissettirmiyordu. Beraber çalarken ikimiz de gülümsüyorduk.
"21. Yüzyıl Vivaldi'si," dedim onu alkışlayarak. O ise ayağa kalkıp önümde prens selamı vermişti. Kahkahalarla gülerken Jake saçlarımı karıştırıp beni göğsüne yaslamıştı. Hayatımda onu böyle mutlu etmekten daha yararlı bir amaç yoktu.