Hayat bu. Başımıza ne zaman ne getireceği belli olmaz. Bazen mutlu olacağımız bazen de tamamen hayal kırıklığına uğrayacağımız anlar olabilir. Önemli olan uğradığımız hayal kırıklıkları sonucu güven duygusunun sarsılmamasıdır.
Birkaç gün sonra Dicle işleri yoluna koymuş, ajans Nadir'in acısını unutmuş, herkes işine bakıyordu. Feris ve Çınar Amerika'daki işleri halletmeye çalışırken önlerine hep bir taş çıkmasından yorulmuştu. Feris biraz inatçıydı. Herşeye bu kadar yaklaşmışken geri çekilmek ona göre değildi. Pes etmeyecek, o işi alacaktı.
Feris Amerika'da kaldıkları otelde kahvaltı yapmak için aşağıya indi. Tabağına bir şeyler yerleştirirken arkasından Serkan'ın gelmesi ile bir an irkildi. Serkan'ın ilgisi vardı Feris'e. Onun saçındaki renklerin uyumunu bile unutmamıştı geçen 12 yıla rağmen.
Feris tabağını aldı ve bir masaya oturdu. Serkan da karşısına geçti, daha çok vakit geçirmek istiyordu.
"Ee, nasıl gidiyor? Amerikalıları kazıklama işini diyorum."
"Aa saçmalama Serkan. Biz sadece ortak bir yol bulmaya çalışıyoruz. Ayrıca ikna etme aşamasındayız. Yani bir bakmışsın biz Amerikalıları ikna etmiş İstanbul'a yola çıkmışız."
Serkan, Feris'in İstanbul'a gitmesini istemiyordu. Aslında Amerikalıların kafasını karıştıran da oydu. Serkan tabağını alıp ayağa kalktı.
"Peki Feris. Bu sözünü sana aynen hatırlatacağım zamanı gelince."
"O zaman asla gelmeyecek Serkan biliyorsun değil mi?" Çarpık, gururlu bir gülüş attı. "Ben hep kazanırım."
Feris sözünü tamamladıktan sonra Serkan "Bu kadar emin olma." deyip masadan ayrıldı.
Dicle ajanstaki işleri ile ilgileniyor, bir taraftan da Barış'ın bıktırıcı mesajlarına bakmaya çalışıyordu. Barış o gün Dicle için çok endişelenmişti. Aslında bütün bu olanlar onun başının altından çıkmıştı, bu yüzden üzerinde bir suçluluk duygusu hakimdi.
Nadir'in ölümü ile ajans yerinden sarsılmıştı. Nadir'in bazı oyuncuları gelen vefat haberi üzerine Ego Ajans'la çalışmayı bırakmışlardı bile. Ego'nun tekrar eski gücüne dönmesi için Feris ve Çınar'ın Amerika'daki işi alması şarttı. Serkan engel olmayı bırakırsa tabi.
Feris ve Çınar otelde son günlerini geçiriyorlardı. Feris Amerika'ya hep tatil için gelirdi. 'Keşke şimdi de tatil için gelseydim. Kafam rahat olurdu en azından.' diye geçirdi içinden. Feris odasına girdiğinde odasının temizlenmesini rica etmişti fakat oda temizlenmemişti. Bu durumu lobideki çalışanlara bildirmek için aşağıya indi. Serkanı da orada görünce arkasından sessizce yaklaştı. Serkan telefonla konuşuyordu. Konuştuğu kişi Ferislerin anlaşmaya çalıştığı kişilerdi. Feris bu konuşmayı Serkan'dan beklemiyordu. Çünkü işleri her halletme aşamasındayken önlerine taş koyan Serkan'dı. Feris olayı öğrenince büyük tepki gösterdi. Serkan olayı toparlamaya çalışırken daha da batırıyordu. Feris durumu Çınar'a anlattı ve bu iki yakın arkadaş beraber İstanbul'a dönmek için bilet aldılar.
Dicle ajanstaki işlerini bitirip eve doğru yöneldi o sırada apartman komşularından biri iki-üç gün önce olan asansör olayı için geçmiş olsun diyordu. Bir komşusu elektriğin başka biri tarafından kesildiğini söylemişti. Dicle bunu yapanın daha doğrusu yaptıranın Barış olduğunu anlamıştı. O anlık sinirle onun yanına gitmek istemedi. Sabah sakin kafayla konuşmanın daha iyi olacağını düşündü.
Ertesi gün Dicle sabah ajansa geldi. Kendisine, Gülin'e ve Emrah'a birer kahve alıp kendi masasına oturdu. Birtakım işlerini hallettikten sonra Barış ajansa Dicle'yi görmek için uğradı.
"Selam Dicle."
"Selam. Terasa geçelim mi? Seninle konuşmak istediğim bir konu var."
"Tabi, geçelim."
Dicle sinirli adımlarla terasa doğru yürüdü. Attığı adımların sertliğinden sinirli ve kararlı olduğu açık bir şekilde belliydi.
Terasa vardıklarında Dicle, Barış'ı dinlemeden direkt lafa girdi. İmalardan, gizli konuşmalardan hiç haz etmezdi Dicle.
"Neden?"
"Anlamadım"
Sinirle ufak bir tebessüm attı Dicle. (Arkadan "Ego Savaşları" çalıyor acayip gaza geldim. Müzik resmen kaos akıyor. Benim best müziğim. ~dicqar)
"Asansörü senin durdurduğunu biliyorum. Neden yaptın?"
"Dicle..."
Ortalık bir süre sakinleşti. Barış ne diyeceğini bilmiyordu. Dicle'de haklı olarak sinirlenmişti.
"Söyleyecek misin Barış? Amacın ne ya? Cidden amacın ne? Çok mu mutluluk duydun beni ölmek üzere görürken? Benim geçmiş yaralarımı izlerken güldün mü bari? Kusura bakmayın Barış Bey eğlence sona erdi!"
Dicle normalde bu kadar tepki vermezdi ama klostrofobisinin oluşmasında geçmişten gelen yaraları, göstereceği tepkiyi arttırmıştı.
Feris ve Çınar eşyalarını toplayıp havalimanına doğru ilerlediler. Serkan bozduğu işi toplamaya çalışıyordu. Feris ile kendine bir yol çizmeye çalışırken o yol mahvolmuştu. Kendisini kumdan kale yapan çocukların bir deniz dalgası ile uğraştıkları kalenin yerle bir olması hüznü taşıyor gibi hissediyordu. Elinden gelen her şeyi yaptı. Ferislerin işini düzeltti. Fakat Feris ile olan ilişkisini de düzeltmesi gerekiyordu. Bu yüzden ilk uçakla İstanbul'a dönmeye karar verdi.
Dicle ajanstaki işlerini bitirmişti. Derin bir nefes aldı ve cama vuran yağmur damlalarını sakin melodisiz bir şarkı eşliğinde dinledi. (Koş koş koş - Gitar Versiyonu) Bu ona o kadar huzur veriyordu ki. Yağmuru oldu olası severdi. Arkadan Feris geldi. Feris de severdi yağmur damlalarının hareketlerini, yere düştüklerinde oluşan küçük su birikintilerini, kokusunu, sesini. Yağmurda ıslanmak ikisine göre hem şehrin hem de ruhlarının temizlenmesiydi. Yağmur onları dinginleştiriyor, sanki yeniden doğmuş gibi hissettiriyordu. Yağmurun kokusunu içine çekmek huzur veriyordu onlara. Hayatın var olduğunu, yaşam sebeplerini hatırlatıyordu...
*_*_*_*_*_*_*_*
Selamm ben dicqar. Bu bölümü yayınladıktan sonra Ebrar LGS 'den çıkmış olacak umarım iyi geçmiştir. Güzel haberlerini bekliyoruz. <3
Umarım beğenmişsinizdir. Bölüm hakkınızda görüşlerinizi lütfen belirtin <3
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madre Ragazza | DicFer
General FictionBu genç garsonu izlemeye başladı Feris. Önceden olsa telefonuna bakardı ancak bu kızın azmi dikkatini çekmişti. Şu anda ondan başka bir garson yoktu belli ki. Bir oraya bir buraya koşuyor, tüm siparişleri yetiştirmeye çalışıyordu. Feris'in kahvesini...