Emir?

32 5 0
                                    

-2009-

 Close to you... Yanlış duymuyordum değil mi? Rüya mı görüyordum? Parmaklarımı kontrol ettim. Hayır uyanıktım. Yataktan çıktım ve piyanoya gittim. Kim olduğunu merak ediyordum. Büyük ama sessiz adımlarla salondaki büyük pencerenin önünde duran piyanoya baktım. Gerçekten o muydu? Karanlıktı ve arkası dönüktü. Kim olduğunu seçemiyordum. Sessizce arada biraz mesafe bırakacak şekilde yaklaştım. Evet O’ydu. Parmakları tuşlarda gezerken kendinden geçmiş gibi hafifçe başını sallıyordu. Piyanonun tuşları canlıymışta canı yanarmış gibi korkarak yumuşak vuruşlar yapıyordu. Tıpkı İlah gibiydi. O ana kadar neden farketmedim bilmiyorum ama üzerinde yalnızca eski bir eşofman vardı. Vücudu karanlıkta seçilmiyordu ama çıplak olduğunu farketmiştim. Bir süredir nefesimi tuttuğumu farkettim. Ve derin bir nefes aldım.

 Son tuşa basıp müziği bitirdikten sonra yavaşça arkasına döndü.

‘’Neden orada dikiliyorsun?’’

‘’B-ben piyanonun sesini duydum ve merak ettim.’’

‘’Bir daha bunu yapma. Rahatsız edilmekten hoşlanmam. Şimdi odana git. Bana biraz yaşam alanı bırak. Burası kocaman bir ev her yerde karşıma çıkmak zorunda değilsin.’’

‘’Özür dilerim.’’ Gözlerim dolmuştu. Onu rahatsız edecek birşey yapmıyordum ki. Gözümden damlayan bir damla yaşa engel olamadım. Titremeye başlamıştım. Çünkü asıl bomba şimdi geliyordu.

‘’İyi geceler’’ diyip sıyrılıp odama gitmeyi planladım ama çok geçti.

‘’Bana bak.’’

‘’Bana bak!’’ sesi yükselmişti. Ağır adımlarla bana yaklaştı ve çenemi tuttu.

‘’Sana kaç kere ağlamamanı söyledim! Neden ağlıyorsun? Aptal! İşe yaramazın tekisin. Laftan da anlamıyorsun. Seninle uğraşmaktan bıktım artık! Zırlamayı kes.’’

 Kafamı sallamakla yetindim. Çenemi bıraktığında bunun odana git demek olduğunu anlamıştım. Hıçkırığımı bastırarak odama doğru ilerledim...

-2015-

 Sıçrayarak uyandım. Önce ne olduğunu anlayamadım. Sonra rüya gördüğümün bilincine vardım. Mutfağa gidip su içtim. Hala aklım gördüğüm rüyadaydı. Düzeltiyorum anı. Neden o güne gitmiştim ki? Tekrar uyuyamayacağımı bildiğim için yataktan çıktım. Saat 6’ya geliyordu. Bu uykunun bütün gün beni götüreceğini düşündüm. Evde pineklemek yerine altıma bir tayt geçirip koşmak için evden çıktım. Son günlerde salona gitmiyordum. Böyle bir lüksüm yoktu. Ama O kafamı karıştırmıştı ve ben bunu tamamen unutmuştum. Hazır aklıma gelmişken eve döndüğümde bir kick boks salonu araştırmayı da aklımın bir köşesine yazdım.

 Kırk dakikalık yorucu bir koşunun ardından eve döndüm. Yağmur hala uyuyordu. Bende kahvaltı hazırlayıp onu uyandırırsam gazabından korunacağımı ümit ederek mutfağa girdim. Terliydim ve hastalığa davetiye çıkartıyordum ama Yağmur’la kahvaltı yapmak istiyorsam duşu biraz ertelemem gerekiyordu. Bunu göze alabilirdim.

  Masayı donatmaya gerek duymadan birer krep ve omlet yaptım. Yağmur’u sakinleştirmesini umarak siyah çay yerine papatya çayı demledim. Kolay kısmı bitmişti. Bunu yapabileceğime dair kendime telkinde bulunarak yağmurun odasına ilerledim. Sessiz olmaya özen göstermeyerek kapıyı açtım ve çarparak kapattım. Kulağının dibine gittim ve bağırarak Duman’ın Ah şarkısını söylemeye başladım. Yağmur başta tepkisiz kaldı. Daha sonra kafasını yastığın altına sokarak direnişine bu şekilde devam etti. Ama henüz son kozumu oynamamıştım. Komodininde duran sürahiyi –evet bardak değil sürahi- alıp ‘’ 5 saniye içinde gözlerini açmazsan seni sürahiyle yıkayacağım Yağmur ciddiyim.’’ Dedim. Yağmur beni şaşırtmayarak tepkisiz kaldı. 5 saniyenin sonunda onu yastığından kopardım ve sürahideki suyu kafasından ayaklarına kadar her tarafına boşalttım.

‘’Kahvaltı hazır tatlım. Mutfakta bekliyorum. Hiç kızma. En azından duşla vakit kaybetmene gerek kalmadı.’’ Pis pis sırıtarak mutfağa ilerledim. Arkamdan ettiği edepsiz küfürleri duymamazlıktan geldim. Birazcık haketmiş olabilrdim.

 Kahvaltımız düşündüğümden sakin geçti. Yağmur’u üç sefer dürterek uyandırmak zorunda kalmıştım. Kahvaltıdan sonra okula gitmek için hazırlandık, bugün birlikte gidecektik. Durağa yürürken Yağmur yine sessizdi. Ve bu beni fazlasıyla endişelendirmişti.

‘’Ağzını bıçak açmıyor ki bu bizim yaşayışımızda kıyametle eşdeğer birşey.’’

‘’Havamda değilim.’’

‘’Anlatmak istersen dinlerim.’’

‘’Şuan değil.’’

‘’Beni nerde bulacağını biliyorsun.’’ Bunu söylerken kalbini işaret etmiştim. Biz böyleydik. Birbirimizin üzerine gelmez kendi isteğimizle anlatmak isterdik. Ne kadar yakında olsak birbirimizin hayatına fazla burnumuzu sokmazdık. Zaten bu sayede en yakın arkadaşım olmuş ve öyle kalmıştı. Otobüs yolculuğumuzun sessiz geçeceğini anladığımdan telefonumu çıkarıp kendime bir playlist hazırladım. İsmini sıkıntılı yolculuklar yaptım. Ve içine ne kadar gürültülü müzik varsa doldurdum.

 Okula girdiğimizde vedalaşıp ayrıldık. Dersliğe gitmeden önce gidip kendime bir kahve aldım. Daha sonra Aytuğ ve dün gece aklıma gelince bir tane daha aldım. Belki çok soru sormaması için rüşvet olarak kahveyi ona verebilirdim. Ve şanslı günümdeysem kabul eder ve bu konuda konuşmazdı.

 Tabii ki ben şanslı günümde değildim. Ve tabii ki Aytuğ’un öldürücü ısrarı karşısında daha fazla dayanamadım.

‘’Tamam. Ama lütfen daha fazla soru sorma. Liseden birisiydi ve tesadüfen karşılaştık. Akşam yemeği için sözleştik ve bitti gitti. Tamam mı? Başka soru yok.’’ Sesim diğer sesleri bastırmıştı ya da ben biraz fazla bağırmıştım. Bilemiyorum ama şuan tüm gözler üzerimdeymiş gibi hissediyordum.

‘’Sanırım bitmemiş.’’ Diyerek arka tarafımı gösterdiğinde anlamayarak önce ona sonra arkama baktım.

 Tanrım demek istediğim şanssız bir gündü. Lanet olasıca, cehennem gibi, ya da kıyamet günü gibi birgün değil. Ağzım yarım metre açıktı şuan. Adım gibi emindim. Ama karşımda gördüğüm adam O’ydu. Burada ne yaptığını merak ettim. Oysa çok eğlenmiş görünüyordu. Cidden ters köşe yapmıştı. Sakin olmaya çalışarak yerime oturdum.

‘’Evet. Herkes sakinse tanışabiliriz sanırım.’’ Sınıftan sinir bozucu kıkırtılar...

‘’Merhaba. Ben Hasan hocanın yeni asistanı Emir. Bu ders başbaşayız. Ve bilin bakalım kim ders işlemeyecek?’’

 Sınıftan sevinç nidaları yükselirken ben ismine takılmıştım. İsmi gerçekten bu muydu? Emir mi? Peki bana neden hep ‘’S’’ harfiyle imzaladığı kartlar, notlar ya da paketler gönderiyordu bu adam?

 Ders sıkıcıydı. Çoğunlukla onu izleyerek birazda Aytuğ’un konuşmasını dinleyerek geçti. Ders bitiminde Aytuğ’la birlikte sınıftan ayrıldık. Sonra ki derslere girecek hevesim kalmamıştı. Eve gidip biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Aytuğ’la vedalaştım. Arkamdan ‘’Saat 8’de unutma!’’ diye gereksiz bir hatırlatmada bulundu.

 Okulun bahçesinden çıkıp otobüs durağına doğru ilerledim. Sabah yaptığım playlisti açıp otobüs yolculuğuna hazırlandım. Durakta otobüsü beklerken önümde lüks –baya lüks- bir araba durdu. İçindeki adam bana yamuk bir gülücük gönderip ‘’ Hava fazla soğuk. Gideceğin yere bırakmamı ister misin?’’ diye sordu. Cevap vermedim. Adam gitmemekte ısrarcıydı. Hadi ama nerde kalmıştı bu otobüs? Ben sıkıntıyla otobüsün gelmesini beklerken o çıkageldi. Arabaya şoför tarafından yaklaştı. Cama tıklattı. Eliyle şoföre camı açmasını işaret etti. Adama kibarca gülümsedi ve suratına sağlam bir yumruk geçirdi! Şoföre yaklaşıp duyamayacağım birşeyler mırıldandı ve adam gaza kökleyip uzaklaştı. Tüm bunlar iki dakika gibi kısa bir sürede olmuştu. Ne olduğunu henüz idrak edememiştim. Beni bileğimden tutup peşinden sürüklemeye başladı.

‘’Teşekkürü daha sonra edersin.’’

SUKEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin