"Burada beni bekle, geliyorum." diye bilgilendirdi sarışın adam. Kendimi tuhaf hissediyordum. Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyordu, adımı bile bilmiyordu, yine de beni evine getirmişti. Bu pek sıradan bir olay sayılmazdı.
Kime sorsanız burada olmamın saçmalık olduğunu söylerdi. Ve evet, muhtemelen bu doğruydu, burada olmamalıydım. Ancak olmak istemiştim. Beni arabaya iten görünmez bir güç vardı sanki, söylediklerine inanmamı fısıldayan bir güç.
Ayrıca o çok ilgi çekici bir insandı. İnsanın içinde onu daha yakından inceleyip keşfetme isteği uyandırıyordu. Belki de onunla gelmeyi kabul etmemin arkasında yatan bir diğer neden de buydu. Ya da belki de yaralarımla ilgilenen, durumum hakkında endişeli gözüken birini görmenin hoşuma gitmesiydi. Ya da ölümcül bakışlarının, benim zavallı ve ürkek halim karşısında yerini yumuşak bir ifadeye bırakmasını izlemem ikna etmişti beni. Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey burada olduğum için pişman olmadığımdı. Elinde pamuk, yara bantları ve plastik bir buz kalıbı ile merdivenlerden inen adam, hislerimde yanılmadığımı ispatlıyordu.
Bana zarar vermek istemiyordu. Doğru söylemişti.
Yanımdaki boşluğa oturdu ve hiçbir şey söylemeden suratımdaki kurumaya yüz tutmuş kanları temizlemeye başladı. Ona bu kadar yakında olmak beni heyecanlandırmıştı. Çareyi gözlerimi gözlerimi kapatarak üzerimdeki dikkatli bakışlarından kaçmakta buldum.
Ancak çok sürmedi. Islak pamuğun açılmış dudağımda bıraktığı yanma hissiyle gözlerimi aralarken acıyla inledim. Refleksle acıyı durdurmak isteyip elimi onun eline attığımı, tırnaklarımı cildine geçirdiğimi ise saniyeler sonra fark etmiştim.
Hızla elimi geri çektim ve tepkisini araştırdım. Yüzünde hiçbir mimik oynamamıştı.
"Özür dilerim. İstemeden oldu."
Umursamadan işine devam etti. Onu kızdırmadığımı anlayınca rahatladım. "Birazcık yakacak, sonra geçecek. Az kaldı."
Hafifçe başımı sallayarak onayladım. Gözlerimi tekrar kapattım. İyotlu çözeltinin açık yaralarıma her temasında keskin bir acı duysam da huzurlu hissediyordum. Arada sırada eli tenime değdiğinde, yüzümü dokunuşuna doğru itmemek için kendimi zor tutuyordum.
Bana zarar vermek istese endişe etmeden vereceğini, hatta işlediği suça tanık olduğum için beni öldürebileceğini ancak bunu yapmamayı seçtiğini bilmek iyi hissettiriyordu.
Dün gece bir silahın tetiğini çekerken gördüğüm parmakların yüzümde nazikçe dolanması... Güzeldi. Ondan ağlayarak canını bağışlamasını isteyen birini, açıklama yapmasına bile izin vermeden öldüren bu adamın şimdi benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu.
Benimle ilgilenecek birine ihtiyacım vardı. Kulağa çılgınca gelse de, bu kişinin bir katil olması umrumda değildi. Sadece artık güzel şeyler hissetmek istiyordum.
Hem belki de onları öldürmek için geçerli bir sebebi vardı, diye düşündüm. Şu an gördüğüm kişinin kötü niyetli bir katile benzer hiçbir yanı yoktu. Belki de iyi biri.
"Adın ne ufaklık?"
Duyduğum soruyla mayışmış halimden çıktım ve sırtımı dikleştirdim.
"Batuhan."
"İsmail."
"Biliyorum." dedim düşünmeden. "Dün gece duydum, o adam..." açmamam gereken bir konuyu açmış olmamdan korkarak cümlemi yarıda kestim ve gözlerimi araladım. Ancak tepkisiz bir ifadeyle karşılaştım. Yine de "Kimseye söylemedim." deme ihtiyacı hissetmiştim.