Daha önce uyanışlarıma hiç eşlik etmemiş bir duyguyla kendime geldim. Sanki bulutların üstünde süzülüyordum veya günler süren derin bir uykudan kalkmıştım. Bedenim huzur dolu bir yumuşaklık içindeydi. Kemiklerim eriyip gitmiş, kaslarım günlerce hiçbir harekette bulunmadığım bir dinlenme seansından çıkmış gibiydi.
Uyku hali yavaş yavaş yerini bilince bırakırken, ilk hissettiğim vücudumu esir alan mayışıklığa tezat olan kafamın altındaki sertlikti.
Gözlerimi araladığımda beni karşılayan yabancı odayı, burnuma dolan tanıdık koku açıkladı. Başımı yasladığım gövdeye sarılan kollarımla da her şey anlamını bulmaya başlamıştı.
Gözlerimi tekrar kapattım. İsmail'le yüz yüze gelince tekrar tartışmaya dönecek bir anlaşmazlığa tutulacağımızı biliyordum. Öncesinde biraz daha ona sarılarak uzanmak istedim.
"Batuhan?"
Ancak görünüşe göre yakalanmıştım. Yapılı gövdesine daha sıkı tutunmak isteyen kollarımı hayal kırıklığıyla ondan ayırdım. Sırtım ona bakacak şekilde doğruldum ve dizlerimi kendime çekerek hiçbir şey demeden öylece oturdum. Az önce bu yatakta olanlardan sonra yüzüne utanmadan nasıl bakardım, ne konuşurdum, o da ayrı bir meseleydi.
"Batuhan?" Sesinin tanık olduğum en yumuşak hali kulaklarımı okşadığında içimde garip bir ağlama isteği doğdu. Çok zayıf hissediyordum. Hemen arkamdaki duran adamı, uyanır uyanmaz bu kadar özlemem normal değildi.
"Hmm?" Belli belirsiz mırıldandım. Duyulduğumdan emin değildim.
Arkamda hissetiğim küçük kıpırtılardan sonra gözümün önüne pembe bir gül geldi. Kalbimin bugün kaçıncı kez deli gibi çarpmaya başlamasıydı, bilmiyorum. Bana çiçek almıştı!
Gülü elime alırken neşeli bir nida savurma isteğini zar zor bastırdım. Sakinliğimi korumak için dudaklarımı ısırmam gerekmişti. Yarım metre ötemdeki adamla, sırtımı çevirerek yüzleşmekten kaçmayı hedeflediğim saçma planımı unutup ona döndüm.
Beni endişeye benzer emarelerin dolandığı mavi gözler karşılamıştı. Bu inceliğinin ne için olduğunu soracaktım ancak ilk konuşan oldu.
"Özür dilerim."
Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Üzerinde görmeye alışık olmadığım suçlu bakışları ve beklenmeyen özürü, aklıma bir saniyede türlü türlü şeyler getirdi. Üzgün olduğunu, ama bana karşı cinsel çekimden başka bir şey hissetmediğini, artık işimizin bittiğini söylemezdi değil mi?
Geçirdiğimiz fazla yakın dakikalardan sonra ona geri dönülmez bir şekilde daha çok bağlanmıştım. İsmail'i bir daha göremezsem tek sığınağını da kaybetmiş çaresiz birine dönmekten korkuyordum.
Bana saatler gibi gelen, düşünmesi bile çirkin olasılıkların kalbimi sıkıştırdığı bir saniyelik duraksamanın ardından tekrar söze başladı
"Seni korkuttum, değil mi? Canını yaktım mı? Özür dilerim. Sen bir daha görüşmeyeceğimizi söyleyince kendimi kaybettim."
Bir çırpıda konuştu. Korktuğum şeyden tamamen uzak cümleler duyunca rahat bir nefes verdim.
Ancak şaşkınlık içindeydim, bunu beklemiyordum. İsmail'i sadece iki haftadır tanısam da bu süre, ağzından özür kelimesi çıkması kolay biri olmadığını anlamak için yeterliydi.
Parmaklarımı gülün dikenlerinden arınmış gövdesinde gezdirirken söylediklerini düşünmeye başladım.
Pişman değildim. Hatta tamamlanmış hissediyordum.