-1

14 4 0
                                    

Büyükada, Manastır tepesi, İstanbul

    Can'ın hayatının baharında, delidolu ve neşeli bir delikanlıyken öldürülmesi yeterince şok edici değilmiş gibi şimdi de bunun hunharca, canice yapılmış olduğunu duyuyorlardı. Detaylara hâkim oldukça düştükleri dehşet sarmalı büyüyordu.

    Çatırdayarak yanan odunların loş ışığında eğilmiş, hep birlikte Emir'in kendilerine uzattığı telefonun ekranındaki kan dondurucu fotoğrafa bakıyorlar. Katilin, Can'ın kanıyla duvara yazdığı yazıydı bu. 'Artık bir tüy kadar hafifsin...' Yazının etrafı kanlı parmak izleriyle kaplıydı.

   "Polis, bu izleri görünce katili kolayca yakalayacağını zannetti, ama kısa zamanda yanıldığını anladı." diye ağır ağır konuştu Emir. "Köpeklerle evin dışını kontrol ederken, koruluğun hemen girişindeki tel yolun kenarına atılmış kesik bir parmak buldular. Yazıların yazıldığı parmağı. Demek ki kurban sayısı bir değil, iki, hatta bilgi alan polis benimle konuşurken daha da fazla olabileceğini söyledi."

Özgür, tombul yanaklarını şişirerek derin bir nefes verdi.

" Oha abi ya! "dedi." Nereden buldun bu fotoğrafı? Çok rahatsız edici."

  Emri, buz mavisi gözlerini ciddi misin, der ve küçümsercesine Özgür'e çevirdi. Kendisiyle küçük bir mücadele anından sonra da yorum yapmaktan vazgeçip devam etti.

" Polis memuru, kapıdan seslenen amiriyle konuşmak için kısa bir süre odadan dışarı çıktı. O arada masanın üzerinde bıraktığı dosyayı karıştırdım. Bir sürü ifade tutanağıyla cinayet yerine ait bazı fotoğraflar vardı içinde. Fotoğrafları, o dosyada bulunanlardan telefonumla çektim." Sonra, insanlıktan uzak, pis bir sırıtış yerleşti yüzüne.

"Başkaları da var, ama böyle muhallebi çocuğu gibi laflar edecekseniz onları hiç göstermeyeyim. Mideniz kaldıramayabilir. Katil, çocuğun resmen içini dışına çıkarmış.
  Bir fotoğrafın altında, etrafta hiçbir mücadele izi bulunmadığı, Can'ın vücudunda da tam kırk üç bıçak yarası olduğu yazıyordu.
    Yaraların, profesyonelce açıldığı notunu düşmüşlerdi fotoğrafın arkasına da. Artık o ne demekse... Odanın halini görseniz, resmen kan gölüydü, hatta bazı iç organları... "

"Yeter, n'olur daha fazla anlatma!" diye sözünü kesti Narin ve midesi bulanmış gibi öne doğru kapaklanıp elini ağzına bastırdı. Midesinden, yemek borusuna hücum eden sarayı engellemeye çalışıyor gibiydi

  Bu korkunç olayın üzerinden neredeyse bir hafta geçmiş olmasına rağmen birçoğu kendisine hâlâ gelememişti. İnanılması çok güçtü. Can'ı; o uzun boylu, güler yüzlü, kabarık kıvırcık saçlı, kibar çocuğu üniversitede sevmeyen bir kişi bile yoktu.

  Arkadaşları ve öğretim görevlileri kadar, okulun basketbol takımının da gözdesiydi,hatta üniversitenin bitmesinin ardından basketbol süper ligindeki bir takımda oynamak üzere bir kontrat da yapmıştı. Işıl ışıl bir hayat onu bekliyordu,ama bunlar, hayatta kalmak için yetmiyordu işte.

  Bir sabah aniden öldürüldüğü, cinayetin muhtemel nedeninin kıskançlık olduğu haberi bomba gibi düştü kampüse. Aslında hepsi, polisin okula gelmesinden, tüm arkadaşlarıyla tek tek konuşmasından, sorulan soruların türünden;konunun bir kıskançlık cinayeti olmadığını, ortada daha büyük bir problem olduğunu anlamışlardı.

  Yine de hiçbirisi böylesine büyük bir vahşet tahayyül etmemişti... Hayat adaletsizdi... Sekiz kişilik arkadaş grupları, Can'ın ölümüyle - ki artık öldürülmesi, hatta katledilmesi demek daha doğruydu - yedi kişi kalmıştı..

Dehşet Gecesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin