-2

8 2 0
                                    

  Yine de hiçbirisi böylesine büyük bir vahşet tahayyül etmemişti - ki artık öldürülmesi, hatta katledilmesi demek daha doğruydu - yedi kişi kalmıştı.

  Turgay: basketbol takımının yıldızı, skor makinesi, iyilik ve sükûnet abidesi...

   Emir: takımın zalimliğiyle meşhur kaptanı, lideri, İstanbul'un en varlıklı ailelerinden birisinin tek çocuğu...

    Mehmet ve Aylin; okulun örnek çifti; yılların, artık aşkla denilmesi zor olsa bile alışkanlıkla birbirine bağlanan çift... (yoksa alışkanlık kurbanları mı drmemm lazımdı?)

    "Tombul" Özgür; etrafını neşeye boğan kişilik, Emir'in çevredeki kızları mıknatıs gibi çekebilmek için kullandığı gönüllü yem...

     "Einstein" Meltem; zekâ küpü, keskin ve kıvrak zekâsıyla her zor durumdan sıyrılıveren, ardından arkadaşlarını da çekip çıkaran 'can yeleği', grubun "olmazsa olmazı" ve...

    Narin; tüm okulun üzerinde tartışmasız uzlaştığı en büyük inek, kod adıyla 'Sarıkız', okulda not ortalaması 100 olan tek öğrenci, elektronik aletler ve kodlama ile arası derslerden bile iyi olan, dahi bir kız kurusu...

  Emir dışı dakikrrin bu gece neden burada, Büyükada'daki bu ıssız, ormanlık alanda yakılmış küçük ateşin etrafında toplandıklarına dair bir fikri yoktu.

  Bir haftadır, gittikleri her yeri neşeye boğan gürültücü grup suskundu. Yaşamak için gerekli olan şeyleri yapıyorlar, temel ihtiyaçlarını görüyorlar ancak elleri eğlenmeye gitmiyordu. Bununla birlikte, hayat da devam ediyordu. Evde oturmanın bunaltıcı hale geldiği bir anda WhatsApp'daki gruba Emir'in mesajı düşmüştü.

  "Biliyorsunuz, aranızda Can'a en yakın olan bendim, diye başlıyordu kaptanın mesajı. Pisipisine nasıl öldürülüp gittiğini hatırladıkça kin doluyorum, ama böyle, hayata küsmüş şekilde evlerimizde oturup bekleyemeyiz.

  Bir süredir planladığım bir macera var, hatta Can'a çıtlatmıştım, çok heyecanlanmıştı. İçinde eğlence yok ama bol miktarda adrenalin olduğunu söyleyebilirim. Hiçbirimiz bir haftadır evden dışarıya çıkmadık. Hem artık üzerimizdeki şu ölü toprağını atalım hem de Can aramızdaymış gibi devam edelim! Eminim, o da böyle olmasını isterdi. Yarın akşam saat beşte, Büyükada'daki vapur iskelesinin önünde buluşuyoruz."

    Söylenen saatte, herkes vapur iskelesinin önündeydi. Turgay hariç. Emir,

" Hastaymış gelemeyecek! "diye açıklama yaptı." Dün akşam, o hep sipariş verdiğimiz yerden midye dolması ısmarlayıp yemiş, sonra bütün gece kusup tuvalete taşınıp durmuş, zehirlendi herhalde."

   Açık havada olmak her birine iyi geldi, iyi bir arkadaşın kaybının boğucu atmosferin dışına çıkmış olmaktan da memnun görünüyorlardı.

  Eğlenecek havaları yoktu, ama kaptan, eğlenmeye gitmediklerini zaten en başta söylemişti. Gerçi, nereye gitmediklerini söylemiş, ama nereye gittiklerini söylememişti.

  Emir'in bahsettiği o büyük maceranın ne olduğunu merak edip ağzından laf almaya çalılsalarda kaptan ser verip sır vermedi.
"Göreceksiniz!" dedi kaşlarını havaya kaldırarak. "Biraz sabredin ya! Annenizin karnında dokuz ay nasıl durdunuz acaba?!"

   Kış geride kalmıştı. Baharın ikinci ayının sonlarına yaklaşıyorlardı. Büyükada, turistlerin akınına henüz uğramamıştı. Sokaklar nispeten sakindi.

   İskeleden ayrılıp yokuş yukarı yürümeye başladılar. Dondurmacıları, mis gibi kokular arasında bekleyen müşterilerin siparişlerini yetiştirmeye çalışan waffle dükkânlarını, insanların gülümseyerek kadeh tokuşturduğu renkli, hayat dolu restoranları geçip tepeye tırmanan yokuşu adımlamaya başladılar.

   Ayak sesleri, arada bir turistleri dolaştıran faytonlsrın sesleri ile karışıyordu.

   Bir süre sonra son evleri de geride bırakıp sık çam omanının içine girdiler ve yürümeye devam ettiler. Adada motorlu taşıtların kullanılması yasak olduğundan zaten İstanbul'a göre daha az gürültülü ve huzurlu olan atmosfer, bir anda insanı sükûnete boğar hale geldi.

Dehşet Gecesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin