Emir Can İğrek - Devriliyorsam (Akustik)
Sanki yaşım 50'lere dayanıyor gibi, şimdilik sadece bu bozuyor moralimi*
💦💦💦
Karanlık, tek bir ışığın bile dokunmadığı boş arazide duyulan tek şey kalın tabanlı postalların gür sesiydi. Her gece gökyüzünde bütün ihtişamı ile boy gösteren ayın bugün kuytu köşesine çekilip onu ışıksız bırakmasını garipsemedi genç adam çünkü koşmaktan nefes nefese kalmıştı. Ciğerleri sert bir kayanın altında eziliyor, çıkan öz suyunun son damlası yere dökülüyordu sanki. Kendi adım seslerine karışan diğer sesleri ayırt edemiyordu.
Soğuk ilmek ilmek içine işlerken büyük bir gaflete düştü ve peşindekileri görmek için arkasına döndü. Üniformalı adamlar yoktu ama koşan adım seslerini, üzerinde gezen gözlerin ayak izlerini hissediyordu. Yutkundu ve önüne dönerek nefesi kesilmek pahasına koşmaya devam etti. Ta ki aynı ağaç üçüncü kez yoluna çıkana kadar.
Ayakları tereddütle birbirine dolandı, durmak istemiyordu. Yerinde sendeledi. Bakışları gökyüzünün aynası olan kara toprağa döndü. İkinci kez takıldığı büyük ve oval taş bütün beyazlığı ile ona gülümsüyordu.
Ellerini tokadan kopuk dağılmış, kıvırcık saçlarından geçirdi ve kendi etrafında döndü. İçinde ki çaresizlik bir sigara dumanı gibi gözlerine sinmişti. Ormanda kaybolmuş küçük bir çocuktan farkı yoktu. Bir küfür savurdu boşluğa.
"Sakin ol evlat!" dedi yıllanmış, pürüzlü ama bir o kadar da dinç bir ses. Korkutmak, ürkütmek istemez gibi temkinliydi. Genç adam kaşlarını çattı ve karanlıkta sesin geldiği yöne döndü.
Yaklaşık elli yaşlarında, geniş omuzlu, eski asker olduğu belli olan bir adam duruyordu karşısında. Saçları hafif kırlaşmış, suratı sürekli tıraş olmaktan dolayı pürüzlüydü. Elindeki beylik tabancası yere baksa da gözlerinde gümüş gibi parlayan cesaret arkasında ki üniformalı ve silahlı askerlerden kaynaklanıyor olmalıydı.
Artık düşmanını gölgesi ile birlikte gördüğü için içindeki titrek tereddüt yok olmuştu. Genç adam bu hayatta sadece gözüyle göremediklerinden korkardı. Yüzünde alaycı bir gülümseme ile tek tek askerlere baktı.
"Ben zaten sakinim." dedi şiir sesiyle. Sol elini önüne alıp, sağ eli ile avucunu kapatmıştı. Parmakları, sanki arasına bir uğur böceği hapsetmiş gibi sımsıkıydı. "Asıl siz sakinleşin. Kalp atışlarınızı buradan bile duyuyorum."
Yaşlı adam tabancasını kaldırdı ve genç adama doğrulttu. "Ellerini serbest bırak ve havaya kaldır!"
"Niye?" Karşısında duran bedenlerin ona bu kadar temkinli yaklaşması hoşuna gitmişti. Gülümsedi ve sağ elini kaldırıp avucunu açığa çıkardı. Kemikli, iri ama ince parmaklara sahip elinde bir damla su vardı. "Bir damlacık sudan korkuyor olamazsınız değil mi?"
"Son kez söylüyorum, ellerini havaya kaldır!"
"Peki." dedi isteksizce. Dolgun alt dudağı dışarıya doğru bükülmüş, yüzüne siz bilirsiniz demesine gerek bırakmayan bir ifade oturmuştu. Sanki küçük bir çocuktu ve oyuncağı elinden alınmıştı. Dirseklerini büktü ve avuç içi onlara dönecek şekilde ellerini havaya kaldırdı. Bu hareketi ile soğuk havaya rağmen giydiği siyah tişört gerilmiş, geniş omuzlarını daha da sarmalamıştı.
Avucunda bulunan o bir damla su yavaşça, zehirli bir yılan gibi kıvrılarak ilerledi. Önce bileğine, tam şah damarının üzerine, daha sonra yara izine, en sonda dirseğinin uç kısmına ulaştı ve zehrini bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Islak Parmak Uçları
FantasíaGözlerden uzak, ıssız bir sokakta başladı her şey. Gök aya kavuştuğunda, kadının içinde sakladığı şeytan göründü. Cehennem soğudu, hislerin kavrulduğu ateş harlandı. Ruhu sarhoş kadın, acısı mayhoş kalbe düştü. Adam şeytanı saklandığı ininden çıkard...