Kaan Boşnak-Tutunamayız
Bu dünyada barınamayız, birbirimizin yanında olmazsak eğer
Ama sana değer...*
💦
Şubat ayının donduran soğuğu Tekirdağ sokaklarında yine cirit atıyordu. Kar yağışı birkaç gün önce durmuştu belki ama keskin rüzgâr tenime değdikçe jilet etkisi yaratıyordu. Aslında doğma büyüme Sivaslı biri olarak soğuktan fazla etkilenmezdim ama son dört yılımı genellikle daha ılıman yerlerde geçirdiğim için sıcağa alışmıştım. Fazla olmasa da üşüyordum.
Mont yerine deri ceket giymek bir an gözüme aptallık olarak gözükse de omuz silktim. Elbisenin üzerine giydiğim kazak ve onun üzerine giydiğim deri ceket de mont etkisini gösteriyordu. Tek sorun ellerimi sokacağım bir cep olmamasıydı.
Eklem yerlerinden kızarmış ellerimi tekrar birbirine sürttüm. Evden neredeyse yeni çıkmıştım ama şimdiden donuyordum. Parmaklarımı kısa deri ceketimin küçük ceplerine yerleştirmek gözüme cezbedici gelse de yolda kollarım tavuk kanadı şeklinde yürümek istediğimi pek sanmıyordum.
Kafede çalışmaya başlayalı bir buçuk haftadan fazla olmuştu ve deneme sürecinin bitmesine sadece üç gün kalmıştı. Ukala patronum son üç gün kaldığı için skor tablosunu dün kendi odasına almış, kimsenin sonuçlar açıklanana kadar görmesine izin vermeyeceğini söylemişti. Daha heyecanlı olurmuş.
Sokakta bulunan insanların ne düşüneceğini umursamadan göz devirdim. Zaten tabloda ki en fazla eksi puana sahip olmak benim için başlı başına bir sorunken, Yağız'ın o puanları durduk yere vermesi çıldırtıcıydı. Yeni bir iş için şimdiden aramaya çıkmalıydım.
Issız sokaktan çıkarak caddeye ilk adımımı attığımda aynı zamanda gözlerim sessiz bir yakarış için gökyüzünü bulmuştu. Buraya ilk geldiğim günlerde fark ettiğim gibi göze çarptı gökyüzünün değişikliği.
Yaşadığım sokağı ele geçiren bulutlar güneşi göstermiyor, en ufak bir aydınlığın bile taşmasına izin vermiyordu. Gece vakti gibi her yer karanlıktı. Oysaki cadde gökyüzünü kaplayan karanlık bulutlara rağmen biraz daha aydınlık duruyordu. Merakla geldiğim adımı geri attım ve sokağın karanlığına yeniden gömüldüm. Sanki arada şeffaf bir duvar vardı ve diğer tarafa geçince başka bir evrene açılıyordu. İnsanların ise bunu tek gören benmişim gibi tepkisiz olması şaşırtıcı bir gerçekti.
İleriye doğru bir adım atıp bu garipliği tekrar yaşamak isterken çalan korna ile kenara çekildim ve arabanın geçmesini bekledim. Herhangi bir hareketlilik olmazken bir kez daha yükselen sesle gözlerimi devirdim ve arkamı döndüm. Yanımdan geçip gitmesi bu kadar zor olmasa gerek.
Hemen yanımda duran arabanın tanıdık plakası ile içime yerleşti bunalma hissi. Filmli camlara dikkatle bakınca belli olan ve beni izleyen iki çift göze çaktırmadan sahte gülümsememi yerleştirdim yüzüme. İbrahim'in beni gördüğünde oluşan iğrenme ifadesine aldırmadan sürücü tarafına doğru yürüdüm.
Arabanın ön kısmına her zamanki gibi gözüm takılsa da aradığım o göçük çoktandır yoktu. Benim tamire bıraktığım arabasını dört gün sonra bizzat kendi elleri ile almıştı. Ücreti benim önceden ödediğimi öğrendiğinde ise adeta kızgın bir boğaya dönüşmüştü ve yaklaşık bir haftadır bıkmadan parayı bana geri vermeye çalışıyordu.
"Günaydın patron." Dediğimde arabanın camı çoktan inmiş ve klimadan gelen sıcak hava soğuktan hissetmediğim yüzüme çarpmıştı. Özgül'den dolayı dilime bulaşan 'Patron' kelimesi artık bir hitap olmaktan çıkmış benim için bir lakaba dönüşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Islak Parmak Uçları
FantasyGözlerden uzak, ıssız bir sokakta başladı her şey. Gök aya kavuştuğunda, kadının içinde sakladığı şeytan göründü. Cehennem soğudu, hislerin kavrulduğu ateş harlandı. Ruhu sarhoş kadın, acısı mayhoş kalbe düştü. Adam şeytanı saklandığı ininden çıkard...