204 20 2
                                    

"Şimdi komiser bey yani bence bizi hapse atmanıza hiç gerek yok çünkü neden gerek olsun değil mi yani, şimdi kahve makinesi falan var mı size köpüklü bir kahve yapayım ayıptır söylemesi çok güzel yaparım, parmaklarınızı içersiniz."

"Oğlum bir sus artık, yeter kafam şişti!"

Ten eli ayağına dolaşmış ve kelepçeli olarak komiserin karşısında oturuyordu.  Yanındaki Johnny'nin  sanki mapus ağasıymış da sürekli karakollarda yatıp kalkıyormuşçasına rahat tavırları daha çok gerilmesine sebep oluyordu.

"Baba bizi sal be, söz bir daha ölüm döşeğinde olsam da ben kullanıcam aracımı."

"Baba mı? Ne babası be? Kim kimin babası? Ben nereye düştüm?"

"Şu biblo varya" eliyle masanın üstündeki bibloyu  işaret etti. "onun babası bu adam." Ten ciddiye alıp kafasını oraya çevirince Johnny elini şıklatıp dikkatini tekrar kendisine çevirdi.

"Salak gibi ne bakıyorsun, benim babam." Sesini biraz incelterek "seninde kayınpederin olacak yakında." dedi ama kimse duymadı tabii az önce araya kaynayıp bir baba sahibi olan biblo dışında.

"Memnun oldum patronumun babası bence de oğlunuz çok doğru söylüyor bizi salın ben buradan direkt ehliyet almaya gideyim."

"Yok evladım sen Kore'nin sağlığı için ehliyeti falan boşver, şu görüntülere bu halde sana bırak vermeyi koklatmazlar bile."

Ten bir elinin masaya kelepçeli olduğunu unutup aniden ayağa kalkınca popo üstü yere oturdu.

"Gitti! Gitti popom, güzel popom."

Johnny babasına kaş göz yapıp onları çıkartmasını anlatmaya çalışırken Ten hala yerdeydi.

"Tamam, çıkartın şunları ama bir şartla araba burada kalacak."

"Ay kalsın kalsın beni bir çözün de araba da kalsın Johnny de. Baba oğul az hasret giderirsiniz."

Johnny kaşlarını yukarı kaldırarak "öyle mi çok bilmiş Ten Bey, iki sokak sonra ne var bilmiyorsun işe nasıl gideceksin, düş önüme." ayağa kaldırıp polislerin kelepçeleri çözmesinden sonra karakoldan çıktılar.

"Nasıl gideceğiz şimdi? Ne diye yastık atarsın ki?"

"Manyağa bak! Asıl sen niye bana kivi uzatırsın?"

"Nereden bilebilirim meyvelerden korktuğunu?"

"Gerçi orası öyle sen de haklısın."

Önlü arkalı bahçede yürürken Johnny Taeil'i aradı.

"Kanka, şey yani Taeil Bey bize bir araba gönderir misin?"

Telefonunun ucundan istediği cevabı alamadığı her halinden belliydi. Sinirle telefonu cebine koydu.

"Ne dedi?"

"Araba gönderemiyor, babamın kesin emri varmış hay sıçayım böyle işin içine"

"Tek bir çaremiz var."

"Neymiş o?"

—-
"Az kay üstüme çıktın Johnny."

"Çözümün bu muydu gerçekten? Otobüs..."

"Beğenmediysen inebilirsin."

"Yoo beğendim, böyle ultra yakınız içim hoş oldu."

"Sen baya bana yürüyorsun şu an"

"Sen de yavaştan gelsen ortada buluşsak.... Nasıl fikir?"

Ten kızaran yanaklarını saklamak için zıt tarafa dönmüştü ama Johnny onları çoktan farkedip yüzüne içten bir gülümseme yerleştirmişti bile.

Bir kaç durak sonra inip ofise doğru yürümeye başladılar.

"Daha ne kadar yolumuz var?"

Ten sızlanarak ellerini beline koyup nefeslenmek için olduğu yerde durdu.

"Az kaldı. Sırtıma almamı ister misin?"

"İstemez ben yürürüm."

Ciddileşerek yoluna kaldığı yerden devam etti ama artık mecalinin kalmadığı sırada ayakları yerden kesildi ve vücudu yumuşak bir yere temas etmeye başladı.

"Kucağım güzeldir."

"İndirir misin beni?"

"Bayılacaksın birazdan, git işte böyle."

"Herkes bize bakıyor."

"Umrumda değil."

Ten suratını gizlemek amacıyla Johnny'nin omzuna gömdü. Parfümü ne kadar güzel kokuyordu öyle? Cennet gibi... Kokuya kendini kaptırıp gözlerini  kapattığında duyduğu sesler tekrar açmasını ve şirketin içinde olduğunu görmesini sağladı. Etraftan "ooo,uuu,aaa, patroon" gibi sesler geliyordu.

Bedeni ağır bir şekilde yerle tekrar buluşurken yanlarına Taeil geldi.

"Nasıl geldiniz bilmiyorum ama yarın Tayland'daki anlaşma sağlamak istediğimiz şirket toplantı için buraya gelmek istiyormuş, reddetmedim."

"Tamam sorun yok, hallederiz. Ten gel benimle.

Ten yerdeki fayansları saymayı bırakıp Johnny'nin peşinden gitti. Odasına vardıklarında ceketini fırlatıp hemen dolaplarına yönelen patron bir kaç dosyanı Ten'in önüne bıraktı.

"Yarın ki toplantıda beraber olacağız. Bunlar hem bizim şirketimiz hem de gelecek şirket ile ilgili sadece seni yarınlık kurtarabilecek bilgiler. Çalışsan iyi edersin. Ben teklif hazırlayacağım, sormak istediğin bir şey olursa bana değil Jungwoo'ya sorabilirsin, arada bir gelir."

"Ben bunları alıp gideyim o zaman."

"Hayır, burada yanımda kal."

"Peki" diyip Johnny'nin masasının solunda kalan büyük toplantı masasına oturdu.

İki üç dosyayı inceleyip kenara kısa notlar aldıktan sonra uykusunun geldiğini hissetti. Biraz ayılmak için cama gitti, herkes işlerini bitirmiş çıkıyordu.

"Ne kadar çok çalışan var."

"Bu gece buradayız."

Gözlerini bir salise bile ekrandan ayırmadan konuşması Ten'i şaşırtmıştı.

"Biraz mola versen."

"Veremem Ten, yarın ki adamlar çok önemli. Güvenlerini kazanırsak hem şirketleri hem de yan kuruluşları için site kurup biz kontrol edeceğiz. Baya global bir iş olacak anlayacağın."

"Peki benim ne gibi bir yararım olacak."

"Şöyle, yarın çevirmenlik yapacaksın daha sonra da yönetimde ki diğer kişilerle, örneğin Taeil, hepimiz bu siteleri hazırlayacağız."

"Yeni bir elemana bu kadar güvenmen saçma değil mi?"

"Seviyorsan hatta kendinden çok seviyorsan saçma değil Ten, hiç saçma değil."

Ten doğru mu duymuştu. Yoksa midesinde ki kelebekler onu yanıltıp özgürce uçuyorlar mıydı?

"Bana gerçekten aşık mısın?"

Of dağlar of

first love | johntenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin