Ten'in her şeyi öğrenmesinden sonraki ilk akşam yemeğiydi. Çatal, kaşık sesinden başka duyulan bir ses yoktu ve kimse kafasını tabağından kaldırmıyordu.
Bir kişi hariç,Johnny. Önündeki yemekler umrumda değildi onu ilgilendiren tek şey karşısında çatalıyla pilavını oyuncak eden sevgilisiydi. Tüm odağını onda toplamıştı.
Zaten bütün sorumluluk ona aitti, her zamanki gibi. Bu yalanla daha fazla yaşayıp sevdiğinin güvenini kaybetmek istemiyordu. En baştan beri Taeyong'un işin içinde olduğunu saklaması onun için büyük bir yüktü. İşler daha fazla ilerlemeden söylemek istemişti.
Diğerlerinin bu plandan haberlerinin olmadığı plajda hepsinin aval aval birbirine bakmasından belliydi. Hatta Taeyong'un bile haberi yoktu. Kendinin başrol olduğu bir yalanın aniden ortaya çıkması afallamasına hatta yerin dibine girmesine neden olmuştu.
"Özür dileiz, söylemediğimiz için." Taeyong tuza uzanırken söyledi.
"Sonunda bir ses çıktı varya içime fenalık gelmişti." Jungwoo birazdan Taeil'in bacağını dürteceğinden emin olsa da kendini tutamayıp konuştu.
"Sorun değil." Ten gülümsemesini gizlemeye çalışıyor ama başarılı olamıyordu. "Ulan salaklar bana hacklettirdiğiniz sitenin kurmaca olduğu çok belliydi. Sol üstte de Taeyong'un mail adresi vardı. Bilerek belli etmedim, sizden duymak istedim sadece."
Herkes derin bir oh çekip soğuyan yemeklerinden bir kaç çatal daha aldı.
"Hadi yediyseniz siz odalarınıza biz de biraz dolaşalım. Yuta son bir kez her şeyi gözden geçir iki günümüz var, tek toplantıyla halledelim bitsin." Johnny yüzüne yarım bir gülümseme ekledi.
Ten üşümemek için odasından ceketini almak istediği söyleyip Taeyong ile beraber yukarı çıktı.
"Ten, tekrar özür dilerim. Bana olan güvenini kaybetmen isteyeceğim en son şey."
Ceketini üstüne geçirirken aynadan gözlerini buluşturdu. "Kırıldığımı kim söyledi." Ufak bir sarılmanın ardından birbirlerine iyi geceler dilediler.
Johnny kapının önünde bir o tarafa bir bu tarafa yürüyordu. Ten'in geldiğini görünce durdu ve yanına doğru bir kaç adım attı.
"Nereye götürüyorsun beni?
Ten duyduğu sorunun karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. "Onu benim sormam gerekmiyor mu? Hani dışarı çıkalım diyen sendin ya."
"Teknik olarak ben turist oluyorum hani malum Tayland burası. Senin gibi has Taylandlı varken bana söz düşmez."
Ten uzun olanın omzuna yumuşakça dokunarak "takıl peşime o zaman" dedi.
Arabayı almamış yürümeyi tercih etmişlerdi. Zaten arabayı oradan çıkarmak ahiret sınavıyla eş değer zorluğa sahip olabilirdi.
——
"İşte geldik!" Ten elini tuttuğu sevgilisinden ayrılıp etrafta bir tur döndü. "Ne kadar özlemişim burayı."
"Tam bir saat otuz yedi dakikadır yürüyoruz geldiğimiz yer bir dağ mı gerçekten!" Johnny iç çekti.
"Yoksa beğenmedin mi? Hem seni birazdan bir yere daha götüreceğim." Soldaki kafeyi işaret etti. "Şurada oturup biraz soluklanalım. Hatta birer dilim kek yeriz, güzel yapıyorlar."
İkiside kek ve kahve sipariş ettiler. Mekan gerçekten hoş bir yerdi. Genç bir çift tartından işletilen kafe geleneksel figürlerin yanında barındırdığı modern dizaynla göze hitap ediyordu ve porsiyonları büyüktü, sanırım bu Johnny'i dekorasyondan daha çok cezbetmişti.
"Kore'de minicik olur, şu dilime bak ne kadar büyük!" Johnny kekten bir çatal alıp ağzına götürünce bir kere daha büyülendi. "Bundan sonra yemek konusunda sadece sana güveneceğim."
Bir kaç dakika sonunda önündekileri midelerine indirmiş hesabı ödeyip kalkmışlardı.
"Şimdi nereye gidiyoruz?" Johnny merakla sordu.
"Güven bana, gideceğimiz yer benim uzun zaman geçirdiğim tek yer. Hatta ben inşa ettim diyebilirim." Bu cümle içine daha da merak salmıştı. Dağın ileri ve ağaçlık kısımlarına girdiklerinde küçük bir kulübe onları karşıladı. Etrafta bulunan irili ufaklı kulübelerin yaydığı ışıkla aydınlanan ortam biraz ürkütücü duruyordu.
"Burası da Chittaphon Leechaiyapornkul'un neredeyse her gün kaçıp kafa dinlediği yer. İlk defa benden başka birisi geliyor, heyecanlandım." Ten cebinden anahtarını çıkarıp içeri girdiğinde bir kaç aydır kullanılmadığından dolayı tozlanmış ama tamamen onun elinden çıktığı belli olan bir odacıkla karşılaştı Johnny.
"Tabii biraz toz almamız gerekiyor tut şu bezi." Johnny kucağına fırlatılan bezi havada yakalarken Ten sandalyelerin ve masanın üstündeki örtüleri kaldırdı.
Hızlı ve baştan savma bir temizlik yaptıktan sonra oturdular. Hiçbir elektronik aletin olmayışı ve aydınlanmanın da gaz lambasıyla sağlanması Johnny'i germişti.
"Burada başımıza bir iş gelmez değil mi? Hani depremdir fırtınadır olursa... telefon çekiyor mu burada?" Cebinden telefonunu çıkarıp ten'i aradığında odaya dolan zil sesiyle rahatlayıp telefonu tekrar cebine koydu. Ten ise alttan alttan gülerek izliyordu olanları.
"On yedi yaşımdan beri ikinci evim burası, ölmemişim bak. Bir şey olmaz merak etme. Burada uyuyabilirsin bile." Masanın arkasından bir kaç tane yorgan ve yastık çıkardı. "Bunları yere atıp uyuyorum. Serin oluyor."
Biraz sohbet edip birbirlerine sarılarak uyuyakaldılar.
——
"Günaydın!" "Kuş cıvıltıları arasında uyanmayalı uzun zaman olmuş" Johnny kendini iyice dikleştirip tüm dikkatini öten kuşlara verdi.
"Çok güzeller değil mi?" Ten yorganları katlarken cevap verdi.
"Hadi bana buranın hikayesini anlat Ten. Eminim ki uzun bir geçmişi var."
"Burası dedemindi. Yani depo olarak kullanılıyordu. Çocukluğumu ailemden dedemin yanına kaçarak geçirdim. Ailemin küçük yaştan beri her anlamda üzerimdeki baskısı dayanılmaz hale gelmişti. Dedemin evi buranın biraz arkasında kalıyor.On dört yaşıma kadar hafta içleri dedemle yaşadım. Okuluma uzaktı ama aileme yakın olmaktan daha iyiydi. Dedem on beş yaşımda vefat edince ailem evini ve burayı satmak istedi. Evin satılmasına engel olamadım ama burayı kurtarabildim. Yavaş yavaş içindeki eşyaları satarak para biriktirdim. Onarılacak bir çok yeri vardı. Daha sonrasında da bu eşyaları yerleştirdim ve üniversite sınavına burada hazırlandım. Aç kalıyordum bazen ama yandaki teyze yaptığı yemeklerden getirirdi. Böyle yani fazla bir olayı yok."
Johnny etkilenmişti. Sevdiği adamında kendisi gibi güçlü olduğunu biliyordu ama bunlar işin detaylarıydı. Neden sevdiğini bir kez daha anladı. Doğru kişiyi seviyordu.
Aynı anda çalmaya başlayan telefonları duygusal ortamı delip geçmiş, moral düşürmeye yetmişti.
"Efendim Jungwoo."
"Efendim Taeil."
İkisininde sırtı birbirine dönükken duydukları şeyle hızlıca birbirlerine döndüler.
"Ne demek bilgisayarlardaki tüm dosyalar silinmiş?"
uzunca bir aradan sonra alın size bölüm. milyon kere silip baştan yazdım artık yeter diyip atıyorum olduğu kadar öptüm👩❤️💋👩
ŞİMDİ OKUDUĞUN
first love | johnten
FanfictionTen memleketinde sakin bir hayat sürerken birden her şey değişmeye başladı. [seo youngho + lee youngheum] 240521