Ten
Kalbim... Ona ne oluyordu böyle? O kadar sert çarpıyordu ki, sanki birazdan dışarı fırlayıp özgürlüğünü ilan edecek gibiydi.
Dün toplantı odasından son sürat çıkıp eve koşa koşa geldiğimden beri içimdeki tuhaf his kendini daha çok gösteriyordu. Yüzlerce cevapsız arama, mesaj... Hiçbirine cevap verecek cesareti kendimde bulamıyordum.
Taeyong kaç kere kapımı çaldı, kaç kere seslendi saymadım. Daha önce hiç kimseye aşık olmadım, haliyle kimsede bana aşık olmadı. Yaşamadığım, adını bilmediğim duyguları yaşıyordum. Tuhaftı, çok tuhaf...
Aşk ne demek bilmiyorum, nasıl olur bilmiyorum, nasıl yaşanır onu da bilmiyorum... Çığlık atarak yüzüme yastığı kapattım. Telefonum sürekli çalmaya devam ediyordu.
"Arama Johnny, arama artık!"
Çok doğal değil miydi, sevdiğin birini öpmek? Niye Johnny'e kızgın gibi hissediyorum. Bilmiyorum, abartıyor olabilirim ama gerçekten çok yabancı, aşk bana yabancı. Tamam kabul Johnny gayet çekici, yakışıklı, çok iyi bir adam hatta itiraf etmem gerekirse ben de ondan etkilenmiyor değilim ama... korkuyorum, insanlardan korkuyorum.
Johnny
"Yok deldireceğim ben, açmıyor Yuta. Akşamdan beri kaç kere aradım, odadan hiçbir şey söylemeden çıkıp gitmesi... Gözümün önünden silinmiyor."
Sinirle telefonu yatağıma fırlattım, Taeil zekasını kullanıp Taeyong'u aramıştı, ama şu an ki yüz ifadesinden iyi bir şey duymadığını kesin olarak anlayabiliyordum.
"Ne dedi?"
"Odasından çıkmıyormuş, birkaç kez çığlık sesi duymuş o kadar."
Yatağıma oturup başımı kollarımın arasına aldım. "Neden böyle yapıyorsun Ten, neden?"
"Johnny, sen direkt adamın dudağına yapıştın ya şimdi, hani ben olsam ben de şok geçirirdim de bu biraz fazla abarttı."
"Ya Jungwoo, anın şokuyla kendine gelememiş olabilir mesela Winwin gelip beni öpse iki gün bana ulaşamazsınız."
Taeil küçük bir kıkırdama bırakırken saçlarımı karıştırıp ayağa kalktım.
"Bu böyle olmayacak, ben gidiyorum."
"Nereye Johnny dur, bence şimdi gitme."
Yuta'nın arkamdan seslenmesine aldırış etmeden ceketimi ve arabanın anahtarını alıp çıktım.
Hızlı hızlı merdivenlerden inip iki gün önce güle oynaya Ten'in kullandığı arabamın şöför koltuğuna oturdum. Direksiyonu sıkıca tuttum biraz, en son onun eli değmişti, ince narin parmakları dokunmuştu buraya.
Bir kaç kez lanet ettim kendime, olmayan sabrıma. Yolu nasıl gittiğimi bilmeden kendimi evlerinin önünde buldum. Onu ilk aldığım gün, üstündeki siyah takım elbisesiyle o kadar eşsiz duruyordu ki... Kalbimi on ikiden vurmuştu.
Cesaretimi toplayıp arabadan indim. Apartman kapısının açık olmasından dolayı direkt dairelerine gittim. Bir kaç saniyelik duraksamamdan sonra çaldığım kapıyı Taeyong açtı.
"Nerede?"
"Odasında, soldaki ilk oda."
Kapının önünde durup seslendim.
"Youngheum, açar mısın? Benim Johnny."
İçeriden bir kaç adım sesi duydum. Kapının önüne kadar geldiğini hissedebiliyordum, kalbime o kadar yakın çarpan bir kalbi hissetmemek mümkün değildi.
"Neden geldin?"
"Senin için Youngheum, seni sevdiğim için."
"Korkuyorum Johnny."
"Korkuyorum"... Neden böyle söylüyordu?
"Korkmak mı? Sakın bana aşktan korktuğunu söyleme. Aşk bu dünyada başına gelebilecek en güzel şeylerdendir Youngheum."
"Aşktan, aşık olmaktan, senden, herkesten... Korkuyorum, korkuyorum çünkü ilk kez böyle bir şey yaşıyorum. Ve ben yeni şeyler denemeyi sevmem Johnny."
"Beraber, beraber denersek olur Youngheum. Sana söz veriyorum seni çok seveceğim."
Kapının kilidini açtı,hemen kolu döndürüp içeri girdim. Duvarın dibinde dizlerini kendine çekmiş oturuyordu.
"Yemeğe çıkalım ister misin?" Diyecek hiçbir şeyim yoktu. Biraz uzaklaşsın istedim, kötü düşüncelerinden.
Kafasını sallayıp ayağa kalktı. Hiç uyumamış olduğu her halinden belliydi, gözlerinin altı mosmordu. Adeta tuvale sürülmeyi bekleyen bir mor gibi güzeldi. Öpmek istedim, her zerresini öpmek.
"Üstümü değiştirip geliyorum."
"Tamam" diyip çıktım. Beş dakika bile sürmeden gri sweatshirt ve siyah pantolonuyla yanımıza geldi.
"Çıkalım mı?"
"Olur." Taeyong'a sırayla sarılıp evden çıktık, hala gergin olduğunu anlamamak için salak olmak gerekiyordu. Böyle sus pus oturması beni de huzursuz ediyor, "gerizekalı, manyak" gibi lakaplarımı kullanmasını istiyordum.
"Konuşmayacak mısın?"
"Konuşayım, ne konuşalım?"
"Mesela ne yemek istediğini söyleyebilirsin."
"Öğlen yemeklerinde et tarzı şeyler tüketmem genelde ama bugün canım fazla fazla et istiyor."
Gülümseyip u dönüşü yaptım, bildiğim çok iyi, tabii ki meyvesiz, bir restoran vardı.
"Güven bana, ağzına layık bir yere gidiyoruz."
———
Cam kenarında, en köşedeki masaya oturdular. mekan nezih bir steak restoranıydı. Sol arka taraftaki ızgaradan yayılan et kokusu aç olmayan birini bile acıktıran cinstendi.
"Ne yiyoruz?" Johnny sandalyesine iyice yerleşti.
"Hm ben orta pişmiş t-bone alabilirim."
"Buraya sürekli gelirim ama hiç denemedim, ben de aynısından alayım."
Johnny garsona el ederek siparişini verdi. Yemeklerini beklerken ikiside çok sessizdi, Ten kürdanlarla oynuyordu Johnny ise peçeteden uçak yapmakla meşguldü.
"Buyrun siparişleriniz."
İkiside aynı sessizlikle yemeklerini yerken Johnny daha fazla dayanamayıp bayramlık ağzını açtı.
"Biraz daha sus pus oturursan çarpacağım bir tane artık."
Ten yüzüne o herkesin imrenerek baktığı gülümsemesini yerleştirdi, karşısındaki adamın aklını kaybetmesine neden olan gülümsemesini.
"Johnny, bugün ilk günümüz olsun mu? İlk randevumuz say bunu."
Johnny duyduğu şeylerin doğru olduğunu anlamak için kaşlarını havaya kaldırıp onay bekledi. Ten'in gülümsemeye devam etmesini beklediği onay olarak kabul edip mutluluğunu gizlemeden bağırdı.
"Bugün varya, kutsal. Tanrı beni affetsin ama cidden kutsal. Beni nasıl mutlu ettin biliyor musun? Bilemezsin, öyle böyle değil."
Elindeki çatal bıçağı bırakıp Ten'in ellerini tuttu.
"Sana söz veriyorum, asla hayal kırıklığına uğratmayacağım seni."
"Söz alınmıştır Seo Youngho!"
İflah olmaz bir gerizekalıyım
ŞİMDİ OKUDUĞUN
first love | johnten
FanfictionTen memleketinde sakin bir hayat sürerken birden her şey değişmeye başladı. [seo youngho + lee youngheum] 240521