4

615 55 31
                                    

"beni hala seviyor musun?" dedi jeongguk, jimin'in çıplak omzuna dayadığı yüzü ve akıttığı gözyaşları sayesinde boğuk çıkan sesiyle. ikisinin o anki bütünleşmiş çıplak vücutlarının yanında bu soruyu sormak biraz absürt gelebilirdi kulağa ama son zamanlarda, sorduğu bu sorunun cevabını duymak için her şeyi yapabilirdi jeongguk. o yüzden fırsat bulduğu anda ağzındaki baklayı çıkartmıştı işte böyle. 

jimin ise, geçen birkaç saatin ve şu an olduğu durumun şaşkınlığı içerisindeydi hala. zira yaşadıkları fantastik romanlara konu olacak kıvamdaydı; önce bir şeytanı görmüştü rüyasında, sonra onunla buluşmuş ve 'şeytani' yöntemlerle hamile kalmıştı, şimdi ise kısır eşiyle çocuğun ondan olacağına inandırmak için sevişiyordu. 

hah, jimin cehenneme gidecek bir günahkardı şu an, büyük ihtimalle.

"evet," dedi nefes nefese, üstündeki bedenin ensesine sardığı kollarından destek alıp kendi alt vücudunu kaldırarak jeongguk'un o an yapamadığı vuruşları yapmaya çalışırken. "seni her zaman sevdim, sevgilim."

o gece jimin, bu yalanlarını devam ettirerek, jeongguk'a son sevişmelerini yaşatmıştı. o kötü ve ayrı kaldıkları günler sonrasında, jeongguk tüm gece boyunca kollarını sevdiği bedenden ayırmamış, gözyaşları gözpınarlarında bir saniye bile kuru kalmamışken, jimin gözünü kırpmadan yalanlarını bir bir sıralamıştı. jeongguk, o gün yeniden eskisi gibi olduklarını sanarken, jimin her şeyi bitirmişti bile.

birkaç hafta sonra ise, jimin'in mide bulanmaları başlamış, yaptığı testler ve doktor kontrolleriyle hamile olduğu kesinleşmişti.

jeongguk büyük bir şaşkınlık içerisinde bunun bir mucize olduğuna inansa da, gerçekleri sadece jimin bildi o dokuz ay içerisinde. jeongguk'u bir güzel kandırdı; gün geçtikçe şişen karnındaki bebeğin kendisinden olduğunu sanarak sevmesine izin verdi, jeongguk evlerindeki odalardan bir tanesini en baştan, en güzel şekilde yaptırırken tek bir pişmanlık duymadan izledi.

jimin, ne zaman bu kadar değiştiğini anlamıyordu. ne zaman jeongguk'u böylesine sevmeyi bırakabilmişti? başta kaderlerinin birleşik olduğunu sanan jimin, nasıl olmuştu da bu hâle gelebilmişti?

bu soruların cevaplarını hiçbir zaman veremedi ama dokuz ayı zar zor, büyük ağrılar çekerek bitirmişti. şimdi de, o çekilmez ağrıların baş gösterdiği günlerden birindeyken, yatak odasında yalnız başına yatıyor, ağrıların izin verdiği kadarıyla elindeki kağıda bir şeyler yazmaya çalışıyordu.

şeytanla antlaşma yaparak, kendi elleriyle, kendi isteğiyle kendi sonunu getirdiğini biliyordu çünkü; belki de kızının suratını bile görmeyi bekleyemeden bu dünyaya gözlerini kapatacağını biliyordu. jimin, öleceğini biliyordu ve yalanlarını yanında peşisıra götürmek istemiyordu.

o yüzden yazdı, gücünün son damlasına kadar, dişlerini sıka sıka, gözyaşlarını akıta akıta bir yaprağın iki yüzünü de boydan boya doldurdu. son kelimesinden sonra ise, artık kendini tutmayı bıraktığı için büyük bir çığlık koyuverdi ortaya. suyu çoktan gelmiş, ıslanan çarşaflar arasında iki büklüm çığlıklar atarken, jeongguk yetişti imdadına.

hızlıca kucakladı jimin'i ve en hızlı şekilde hastaneye ulaştırdı. kapıdan içeri girdikleri gibi jimin'i doğumhaneye alırlarken, jeongguk boşlukta kalmışçasına dizlerinin üstüne düşmüştü. yol boyunca, soğukkanlılıkla jimin'e iyi gelen cümleler sıralarken, son anda eşinin sedye üzerinde kendisine dönen gözleri tüm gücü çekmiş gibiydi.

birkaç saat süren doğum süresince hep kendine jimin'in güçlü biri olduğunu, o doğumhaneden en iyi şekilde çıkıp, kızlarını kollarına alacağını söyleyip durdu.

ama jimin'i, doğurduğu şeytanın çocuğu, adeta yemiş bitirmişti. öyle ki, doğumun daha ta ortalarındayken, tüm gücü sönüp gitmişti ama tam o anda kulağında yankılanan ürkütücü ses, olmayan gücünü ortaya çıkarmasını sağladı. inlemeleri arasında tam gözlerinin önündeki silüet ve kulaklarındaki sesin sahibi antlaşma yaptığı şeytandan başkası değildi.

"kızımı doğurmadan, nefesinin kesilmesine izin vereceğimi mi sandın?" demişti gülüşlerinin arasından. sanki karşısındaki insanın acısından zevk alıyor gibiydi. hatta gibi değil, kesinlikle öyle olmalıydı ki, jimin kendini en doruklarına kadar zorlarken, bakışlarını jimin'in acı dolu gözlerinden bir kere olsun çekmemişti.

kısacık bir süre sonra, doğumhane bir ağlamayla yankılandığında ise jimin, gözleri doktorların elindeki bebeğe bakan şeytanın üzerindeyken, son nefesini vermişti.

"yukarıda görüşürüz, jimin," diyen şeytan da onun son nefesinin ardından ortadan kaybolurken, bebeğinin ağlamaları arasında, artık kurtulamayacak jimin'in üstü örtülmüştü.

işte böylece jeongguk'un kendi kendine sıraladığı cümleler bir bir suya düştü. doğumhanenin önünde çıkacak eşi ve bebeğini beklerken, sadece bir hemşirenin kucağında sarıp sarmalanmış bebekle karşılaştı.

jeongguk, kendisinden sandığı, tamamen jimin'in kopyası olan bebeğe bakarken, eşinin doğum sırasında hayatını kaybettiğini söyleyen hemşirenin sesini tabii ki duyuyordu ama tek bir şey yapacak ya da söyleyecek enerjisi kalmamıştı o an.

biraz sonra kollarını uzatıp bebeği kendi kucağına almak istediğini belli ettiğinde, hemşire isteğini yapıp bebeği kollarına bırakmış ve gitmişti.

"jimin..." diye mırıldandı minik gözleriyle kendisine bakan kızın avucundan küçük olan yüzünde parmaklarını nazikçe gezdirirken. söyleyemediği birçok şey gizliydi o tek isimde aslında ama devamını getiremedi asla. onun yerine eğilip kollarındaki bebeği büyük soluklarla kokladı.

gelecek bir hafta eşinin cenaze işleriyle uğraşırken kucağından bırakmayacağı bebeğin adı da böylece jimin olmuştu.

sabahın onunda uyandım, sanki rüyamda görmüşüm gibi bu bölümü yazmaya başladım ve hemen şimdi yayımlıyorum çünkü beklersem çatlayabilirim.

the devil's childHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin