jimin'in o an tekrardan gözyaşlarına boğulması kaçınılmazdı. tekrar tekrar okudu aynı kelimeleri, diğer sayfalara döndü, karşısındaki adamın, jeon jeongguk'un kısır olduğu yazan kağıtları gördü, çığlıklar ata ata ağlarken bunun bir yalan, bir şaka olduğu konusunda birkaç söz duymaya ihtiyacı vardı; biri gelseydi, onu sakinleştirseydi ve bunun aptal bir şaka olduğunu söyleseydi...
etrafı göz yaşlarından tamamen bulanıkken kucağına düşen bir parça kağıtla irkildi. kağıdın atıldığı tarafa döndü: oydu. artık ona nasıl seslenmesi gerektiğini bilmiyordu. bunca zaman baba dediği adama gerçekleri öğrendikten sonra artık ne demeliydi?
"bu da seni doğuran adamın bize bıraktığı mektup," dedi gözleri sadece jimin'in kucağına düşen kağıt parçasındayken. "onun varlığından sana hiç bahsedilmedi ama o bana ve sana son kez seslendiği bir mektup bıraktı ardında." gökyüzüne çıktı kızarık gözleri, ağlamamak için direniyor gibiydi. "sen onun adını taşıyorsun, onun da adı jimin'di," diye devam etti, yüzünde buruk bir gülümseme oluşurken. "dünyadaki en güzel insandı. kalbinin güzelliği, yüzüne kat kat yansımıştı. sekiz yıllık musmutlu bir ilişkimiz vardı, beş yılını aynı çatı altında, evli geçirdiğimiz sekiz yıllık bir ilişki..." gözlerini kapatmıştı bunları söylerken. tekrar açıp konuşmaya devam etmeden önce, jimin'in karşısına, yere çöktü, sırtını duvara yasladı. sert bir şekle bürünen göz bebeklerini jimin'e döndürdü ve devam etti. "çocukları çok severdi. ama bir gün gelip bana çocuk sahibi olmak istediğini söylediğinde böyle şeyler yaşanacağını bilseydim yemin ederim o fikirleri aklından yok etmek için her şeyi yapardım."
sonraki birkaç dakika sessizce geçti, tek ses jimin'in ağlayışlarının arasında bazen yanlışlıkla ağzından kaçırdığı hıçkırıklardı.
tüm bu duyduklarıyla, tüm bu gerçeklerle, bundan sonrasında nasıl yaşayacaktı? aslında bir yalanın ortasında büyümesini, bu gerçek sandığı yalanların bunca zaman etrafında kol gezindiğini nasıl kabullenecekti?
"aç, oku hadi o kağıtları," dedi jeongguk sessizliği bozarak. gözleri kendikileriyle birleştiğinde bu sefer o kahveleri tamamen kaplayan duygusuzlukla karşılaşmıştı jimin. bu adam, neler yaşamıştı? neler yaşamıştı, neler görmüştü de böylesine her şeyden vazgeçmiş gibi görünüyordu? "onlar gerçek babandan alabileceğin ilk ve son sözcükler olacak çünkü."
gerçek baban.
ah! ne kadar absürt ve inanılmazdı şu an olan her şey! resmen yaşadığı onyedi yılın bir palavradan ibaret olduğu ortaya çıkmıştı... nasıl baş edecekti tüm bunlarla bunca zaman sonra? nasıl sindirecekti doğruları?
tereddütle, titreyen parmaklarıyla uzandı dörde katlanmış kağıda. kalbi güm güm atıyordu. hazır mıydı ki buna? bunca duyduğu şeyden sonra, hazır mıydı ki bir tanesine daha? hiç görmediği, hiç tanımadığı bir adamın mektubunu okumaya, o adamın gerçek babası olduğuna inanmaya hazır mıydı?
katlı kağıdı, derin bir nefes aldıktan sonra avuçlarının içine aldı. ya şimdi, ya hiçti; şu an yapamazsa, bir daha hiçbir zaman o cesareti kendisinde bulamazdı. o yüzden kağıdı kat yerinden açtı. ilk kelimeyi, karşısında oturan adamın adını okuduğunda, bir an duraksayıp ona dönmüştü ama hemen sonrasında pişman olup göz temasından kaçınarak geri döndü kağıtlara.
"jeongguk... jeongguk'um... çok canım yanıyor sevgilim, çok canım acıyor aşkım... tek bir parmağımı kıpırdatmak bile sanki vücudumun binbir yerinden bıçaklanıyormuşum hissi veriyor. ama sana bu satırları yazmam gerekiyor, sevgilim. sana gitmeden önce her şeyi anlatmam gerekiyor. çünkü bu doğumdan canlı çıkamayacağımın farkındayım, jeongguk. bu doğum hayata bir can verecekken, birini de koparacak... ama üzülme, üzülme sevgilim, ben bunu sonuna kadar hak ediyorum.
özür dilerim. binlerce kere özür dilerim senden, jeongguk. ben... sanki o an gözlerim bağlanmış, bilincim kilitlenmiş gibiydi, sevgilim. o antlaşmayı yaparken ne düşündüğümü gram bilmiyorum, sana böyle bir şeyi nasıl yapabildiğimi gram anlayamıyorum. özür dilerim, jeongguk'um. biliyorum, yüzlerce, binlerce, tonlarca kere özür dilesem bile, sana karşı olan bu adiliğimi asla alıp götüremez hiçbiri, asla kendimi sana affettiremem ama yine de, özür dilerim aşkım.
doğacak bu bebek, bu kız çocuğu, senden değil, jeongguk. o, binbir heyecanla gittiğin kontrollerde ultrasonda görünen o bebek, uğruna neler neler yaptığın, yapmaya çalıştığın bebek, senin bir parçan değil, jeongguk. özür dilerim, sevgilim.
o bir şeytanın çocuğu, bir şeytanla antlaşmanın meyvesi.
bunu açıklayabilecek ne tek bir sözüm, ne de yüzüm var, jeongguk'um. sadece, cehennemlik bir adamım ve ölmeyi hak ettim, arkamdan tek bir değerli yaşını bile akıtma, birtanem.
böyle büyük bir yalandan sonra artık benim isteklerimi gerçekleştirmek ister misin bilmiyorum ama senden tek bir isteğim var, jeongguk; ona kendi sevgini bahşetmek ister misin, bilmiyorum sevgilim, istemezsen tabii ki haklısın, sana kimse karışamaz. ama lütfen onu onsekizine kadar kendinden ayırma. ne olursun... seninle büyüsün, seni babası sansın, yalvarırım sana. ona o yüce sevginden bahşetmesen de, onu kimsesiz bırakma, birtanem. senden başka kimseye güvenemem, kızımı senden başka kimseye emanet edemem...
seni seviyorum, jeongguk'um. seni hep sevdim, hep seveceğim.
hoşça kal."
her bir kelimeyi tekrar tekrar, sindire sindire okurken aslında hiçbir şeyi anlamlandıramıyordu jimin. jeongguk bunlara gerçekten inanmış mıydı yani? bunu yazan her kimse zır deli olduğu belliydi! bu saçmalıklarda neydi böyle? şeytanla antlaşma mı?.. tanrı aşkına, bir fantastik romanın içinde yaşamıyorlardı!
"inanmıyorsun değil mi?" dedi jeongguk histerik bir şekilde gülerek. "ben de ilk başta inanmamıştım, jimin'in hamileliğinin son zamanlarındaki garip hal ve hareketlerine bir sebep bulmuştum hatta bu mektubu okuduktan sonra; o delirmişti, böyle şeyler söylemesinin tek bir başka sebebi olamazdı o an bana göre..." sustu sonra biraz. o sessizlikte jimin birçok şeyi kafasından geçirdi; karşısında sırtı bükük oturan adamın neler yaşamış olabileceğini hayal etmeye çalıştı, gerçek babasının nasıl biri olduğunu hayal etmeye çalıştı, yaşıyor olsaydı nasıl bir ilişkileri olabileceğini hayal etmeye çalıştı... eğer yazdıkları doğruysa, neden böyle bir işe yol açacak kadar çok çocuk sahibi olmak istediğini öğrenmek istiyordu. ona soracağı tonlarca sorusu vardı!..
"sonra bir tanıdığımız bana ulaştı," dedi jeongguk, verdiği uzun aradan sonra. "onun yüzünden gelişmiş bunca şey, jimin'in bebek isteğini ve benim kısır olduğumu duyunca bir büyü yaptırmış jimin'e, şeytana ulaşabilmesi için... ağladı saatlerce karşımda; böyle bir sonucu olacağını bilse, asla karışmazmış falan... özürler diledi bir ton, sanki özürleri benim jimin'imi geri getirebilecekmiş gibi..." histerik gülüşleri devam ediyordu bunları söylerken. ilk defa birine tüm bunları anlatmak iyi gelmiş gibiydi. acısı hala kalbinde varlığını sürdürüyordu belki ama omuzlarındaki yükten kurtuluyordu sanki. tüm o yükleri jimin'in omuzlarına yükleyerek...
"her neyse," diye devam etti. "arkaya döndür, orada da sana özel bölümü var."
•
400 olmuşuz :""
![](https://img.wattpad.com/cover/272407084-288-k702377.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the devil's child
Fanfic[park jimin & jeon jeongguk] ❧ park jimin ve jeon jeongguk, bir çocuk sahibi olmak istediler.