9

360 31 7
                                    

o gece, jimin tekrar uykuya dalabilmiş olsa da, jeongguk bir kere bile gözünü kırpamadı. kızın odasındaki sandalyede, iki büklüm bir şekilde kızdan gözlerini çekmeden oturdu öylece.

öyle korkmuştu ki jimin'i öyle görünce, öyle içi çıkmıştı ki yine aynı şeyler olacak diye... ama sanırsa elinde sonunda olması gereken bir şeydi, çünkü bu olay her gece yaşanmaya devem etti. jimin her gece, gün aydınlanmaya başlarken bilinçsiz bir şekilde kapıya yöneldi ama jeongguk onu durdurdu. uykularından oluyor, geceleri gözlerini bir kere bile kırpamıyordu ama jimin'e göz kulak oluyordu jeongguk. tek hayat gayesi bu gibiydi o anda.

zira jimin'i de kaybetmek bir kabus gibi geliyordu. onu, kendi jimin'i emanet etmişti ona! başına bir şeyler gelmesine asla izin veremezdi ki.

"rüyalar görüp duruyorum," dedi jimin, ikisi de kahvaltı masasında sessizce yemekleri didikliyorken. evdeki kasvet her yerden hissediliyordu. jeongguk'un ihtiyatla ertelemek istediği konuşma gerçekleşecekti belli ki. "beni çağırıp duruyor. biraz daha onu bekletirsem beni cezalandıracağını söylüyor. jeongguk... o beni bekliyor."

jeongguk sessiz kaldı. söyleyecek tek bir sözcüğü yoktu... itiraz etmek istiyordu ama yapamayacağını biliyordu. kızıp, döküp, bağırmak istiyordu ama kime karşı yapacağını bilmiyordu. sessiz kaldı o yüzden. eski günlerdeki gibi, jimin'i görmezden geldi, onunla konuşmadı.

ama jimin, eski jimin değildi.

"susma! susamazsın böyle bir durumda! jeongguk söyle, yok say rüyalarını desene! sadece birkaç kabus onlar de! susmasana bir kereliğine ne olursun!" gözlerindeki yaşlarla bağırırken jeongguk'un başına dikilmişti. onun tek bir sözcüğüyle iyileşecekti, onun tek bir sarılmasıyla rahatlayacaktı lakin jeongguk put gibi durmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

"bir çözümü olmalı..." diye mırıldanabildi sadece, kızın yüksek sesli bağırışlarının aksine. sözcükler boğazına dizilip duruyordu. ne diyeceğini bilmiyordu. güçlü kalması gerektiği halde paramparça hissediyordu. "bir çözümü olmalı..."

jimin, sırtını duvara yaslayıp yere doğru kaydırdı kendini. bacaklarını kendine çekti, ellerini saçlarına daldırdı. gözyaşları yanaklarını terk etmiyorken boş boş bakmaya başladı karşısına.

bir çözümü olmalıydı gerçekten de.

ama yoktu.

"bu gece," dedi kız, uzunca bir sessizliğin ardından. çatlayan sesini düzeltmeye çalıştı. "bu gece, beni durdurma. bırak gideyim-"

"o kadar kolay değil!" diye haykırdı aniden jeongguk, duyduklarından sonra yerinden fırlarken. jimin'in yanına gelip sinirle çenesinden tuttu. "öylece bırakamam seni, bırakmam! anladın mı?!"

"neden?!" diye bağırdı jimin altta kalmayarak, jeongguk'un tutuşundan kurtulup ayaklanırken. "bunca zaman bana bir hiçmişim gibi davranıyordun zaten! neden şimdi bırakamazmışsın ki?! söylesene!"

kızın her seferinde onu sözcüksüz bırakmasından nefret etmişti. ne cevap verebilirdi ki? bir cevabı var mıydı ki buna?

"jimin... istemezdi... bırakmamı..." boşluğa bakarken mırıldandı bunları. kızdan histerik bir gülüş aldığında ise sertçe yumdu gözlerini.

"jimin bırakmanı istemezdi, öyle mi?" tekrar yanına çöktü jeongguk'un, bu sefer o tuttu çenesinden sertçe. gözlerindeki ateşi kesinlikle arka planda tutmayarak devam etti. "jimin ilk başta böyle bir hata yapmamalıydı, jeongguk. jimin, en başından bunu sana, bana yapmamalıydı."

sonrasında oluşan derin sessizlik, jimin ceketini alıp evden çıkarken kapıyı ardından sertçe kapatmasıyla bozuldu. bir çocuk gibi ağlamaya başlayan jeongguk ise o koca evde yalnız kalmıştı.

"o haklı," dedi jimin jeongguk'un yüzüne düşen saçını kulağının arkasına koyarken. alnını onun alnına yaslamıştı, nefesleri birdi. "bırak gitsin, jeongguk."

"ama-" diyecek oldu jeongguk ama jimin'in dudakları onu durdurdu. küçük bir öpücük onu susturmaya yetmişti.

"merak etme, benim yanıma gelecek, benimle olacak." gözyaşlarıyla dolu gözleri şefkatle bakıyordu jeongguk'unkilere. "istediği zaman seni de ziyaret edebilecek hem."

bu laflar jeongguk'u bir nebze de olsa rahatlatmıştı. kızı bırakmak istemiyordu ama bunun bir gereklilik olduğunu da biliyordu. zaten jimin'in yanına gidecekse güvende olurdu, aklı onda kalmamış olurdu.

kafasını salladı yavaşça onaylarcasına. sonra özlediği sevgilisinin dudaklarından bir öpücük daha çaldı. sıkıca sarıldı ona. bunların hepsinin bir hayal olduğunu farketmesi ise zaman almıştı.

"bu bir rüya..." dedi sayıklarcasına. buruk bir gülümseme oluştu suratında; o, park jimin'e bir daha asla gerçekte sarılıp öpemezdi.

"ne kadar zamandır seninle konuşmaya çalıştığımı hayal dahi edemezsin, aşkım," dedi jimin elleri jeongguk'un saçları ve yüzünde bir gezintiye çıkarken. "bana öyle kızgın ve kırgındın ki, rüyalarına bile gelmeme izin vermedin. ne zamanki jimin'le konuştunuz ve her şeyi kabullenmeye başladınız ikiniz de, o zaman rüyalarında yer edinebilmeye başladım."

"özür dilerim."

"neden? senin hiçbir suçun yok ki, her şeyi ben yaptım, her şey benim yüzümden-"

jeongguk kim olduğunu çıkartamadığı birinin sert, kızgın bağırışını duyduktan sonra rüyasından uyanmıştı. kim olduğunu bilmiyordu, anlamamıştı ama zaten o an düşündüğü şey kesinlikle o değildi. rüyadayken akıttığı gözyaşlarını hala hissederken ve yerine yenileri ekleniyorken onu ne kadar da özlediğini düşünüyordu...

jimin'i, biricik eşini, ne kadar da özlemişti böyle. tek bir dokunuşuyla erimiş, tek bir lafıyla muma dönmüştü yine eskisi gibi. ama hiçbir zaman tamamen eskisi gibi olmayacaktı, jeongguk artık hiçbir zaman gerçekten eşinin dokunuşlarını hissedemeyecekti.

finalden önceki son bölümdü. nedense çok fazla uzattığımı hissediyorum, 10. bölümle noktayı koyalım bu kurguya. <3

the devil's childHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin