jeongguk elindeki belgelerle hastaneden çıkış yaptığında bitik haldeydi; omuzları çökmüş, gözleri yaşlarla doluydu. öğrendiği şey öyle üzmüş ve hayal kırıklığına uğratmıştı ki kendisini, artık yaşamak için bir sebebi olduğunu bile düşünmüyordu. zira aynı şeyi, eve gelip belgeleri gösterdiği eşi, jimin de düşünmüş olmalıydı ki büyük bir kavga patlak verdi evlerinde. jeongguk'un tek bir suçu olmadığı halde jimin bağırıp çağırdı ona, jeongguk'un ona bir bebek veremeyeceği gerçeği kafasında her yankılandığında eline geçen her şeyi fırlattı ona.
jeongguk, kısırdı. jimin'e bir bebek veremeyecekti, veremezdi.
o günden sonra park ve jeon çiftinin tüm hayalleri suya düşmüş, mutlulukları kamçılanmıştı. artık evlerinde, sadece birbirlerine baktıklarında bile yükselen gülüşlerinin esiri yoktu; jimin, jeongguk'un yanına yaklaşmasına izin vermemesi bir yana, yıllardır bir olduğu eşinin yüzüne bile bakmıyordu artık.
özetle, bir peri masalına benzer hayatları yok olmuştu.
ama sonrasında, o, akla hayale sığmayan şey gerçekleşti... o şey ki, jimin'in bir şeytanın çocuğunu doğurmasına, o çocuğun bir sonucu olarak jeongguk'un eşini kaybedip, yapayalnız kalmasına sebep olmuştu.
jimin, yine kavgayla gürültüyle geçen kargaşalı günün ardından, gece iki büklüm şekilde yatıp saatlerce ağladıktan sonra daldığı uykudan, gördüğü rüya sayesinde sıçradı. bir müddet kendine gelemedi; nerede olduğunu, az önce rüyasında ne gördüğünü kestirememiş, öylece boş duvara bakakalmıştı.
rüyasında bir şeytanı görmüştü. gerçek bir şeytandı, hani o çocukluğumuzdan beri bizlere resmedilen tarzda; kırmızı kanatları ve gözleri, alnında boynuzları, uzun bir yüzü, elinde üç çatallı mızrağı olan... onunla konuşmuş, bir yerde buluşmak için sözleşmişti. şeytan ona, o çok istediği şeyi kolaylıkla gerçekleştirebileceğini söylemişti. jimin'in ya da şeytanın bu istediği sözcüklerle ifade etmesine gerek yoktu, çünkü zaten jimin'in o anki isteği belliydi; bir çocuk sahibi olabilmek için şu an canını bile ortaya koyabilirdi.
eh, hal böyleyken, rüyasını tam olarak hatırlayabildiğinde, zaman kaybetmeden yataktan kalktı, üzerine ince bir hırka aldı, odasından çıktı ve koltukta, günün yorgunluğuyla sızmış yatan jeongguk'u fark etmeden yanından geçerek dış kapıya ulaştı.
kendinde değil gibiydi. sanki hala bir rüyadaydı ve uyurgezer haldeydi. nereye gittiğini asla bilmiyordu ama aynı zamanda adımlarını çok emin atıyordu. bu garip durum ruhunu sarmalamış bırakmıyorken, yarım saat kadar sonra, gecenin zifiri karanlık bir zamanında, tanrı'nın bile unuttuğu yer olarak tanımlanabilecek bir yerde durdu adımları.
bir şeytanı bekliyor olması gerçek ötesi, mantığa sığmayan bir şey olsa bile, bekliyordu işte. bu cesaret nereden geliyor, şeytan gelince ne olacak bilmiyordu, bu geceden sağ çıkabilecek mi ondan bile emin değildi ama bekliyordu işte, şeytan gelecek ve ona o çok istediği çocuğu verecekti. dediğim gibi, o çocuk için her şeyi yapmaya hazırdı.
biraz sonra, ensesinde hissettiği nefes kendisini ürpertip tüylerini dikeltse de yerinden kıpırdamadı. şeytan gerçekten gelmiş miydi yoksa bunların hepsi jimin'in zihninin bir oyunu, ensesine vuran nefes ise herhangi bir sapığa mı aitti?
"kollarıma hoş geldin, jimin," dedi az önce nefesi ensesinde, şu an ise tam kulağının altında olan. böylece ikilemde kaldığı düşünceler son buldu; şeytan gerçekten de gelmişti. tam şu an kollarını jimin'in bedenine sarmış, dudağını iyice kulaklarına yaklaştırıp, ürkütücü sesiyle fısıldamıştı. "bana inandın ve yanıma geldin, ben de sana istediğini vereceğim."
vücudunda, özellikle karnı üzerinde, hissetiği dokunuşlar yüzünden zihni bir pelteye dönen jimin için şu an şeytanın ne dediği pek önemli değildi açıkçası. bir çocuk sahibi olacağı gerçeği onun tüm modunu değiştirmiş, uzun zaman sonra yüzünde bir gülümseme belirtmişti.
jimin'in bir bebeği olacaktı.
"ama bir şartım var," dedi tam o anda, hala arkasında olan şeytan. "onun, benim çocuğum olduğunu unutma, park jimin. 18'ine kadar ona güzelce bak, onu en iyi şekilde yetiştir. sonrasında onu senden alacağım."
karnındaki ellerin baskısı gittiğinde bilinci kapanıp olduğu yerde bayılan jimin'in, şeytanın cümlesinin duyamadığı devamı ise şöyleydi;
"ama belki de sen, kızımızın 18'ini göremezsin bile."
sabahın dondurucu serinliği jimin'i kendine getirirken yatağında değilde, bir sokak ortasında olduğu onu saniyelik bir şaşkınlığa soksa da, sonrasında dün gece yaşananlar aklına gelmiş ve hissettiği karışık duygular içerisinde evinin yolunu tutmuştu.
korkuyordu çünkü eğer gece yaşananlar gerçekten 'gerçekse', şu an rahminde bir şeytanın çocuğu vardı. ama aynı anda mutluydu çünkü bir bebeği olacaktı! çok istediği o bebeği aylar sonra kucağına alabilecekti sonunda.
yol boyunca, evde korku içinde onu bekleyen eşi jeongguk'un varlığını tamamen unutarak, gece yaşanan şeylerin gerçek olması için, sahiden bir şeytandan hamile kalmış olması için dualar etti. öyle ki, yüzündeki gülümsemeyle eve girdiğinde, hızlıca ona yaklaşan jeongguk'u, bir zamanlar her şeyi olarak tanımladığı adamı, ancak o an gördüğünde hatırlayabilmiş ve tek endişesi, onu nasıl bu çocuğun ondan olduğuna inandırabileceği olmuştu.
•
bu fici okurken mantığınızı bir köşeye bırakın çünkü kendisi içinde gram mantık bulundurmuyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the devil's child
Fiksi Penggemar[park jimin & jeon jeongguk] ❧ park jimin ve jeon jeongguk, bir çocuk sahibi olmak istediler.