7

414 39 5
                                    

artık düşünemez hâldeki kız, kulaklarına giren emre anında, ister istemez karşılık verdi. aşınmış kağıdın arkasını döndürdü. orada da aynı şekilde karışık el yazısının devam ettiğini gördüğünde, derin bir nefes çekti içine.

"merhaba, kızım... ben baban, jimin. tanrı'm... seni öyle çok merak ediyorum ki... nasıl görüneceğini, gözlerinin hangi renk olacağını, ses tonunu, saç şeklini, bunu okuduğunda kaç yaşında olduğunu, en yakın arkadaşını, en sevdiğin dersi, en sevdiğin rengi... seninle ilgili her şeyi çok merak ediyorum kızım, keşke doğduktan sonra seninle biraz zaman geçirebilseydim. ah neyse, hakkım olmayan şeyleri istiyorum, boş versene.

kızım... bu çok garip hissettiriyor!.. sana nasıl seslenmem gerektiğini bile bilmiyorum, sana ne isim konulduğunu bilmiyorum, jeongguk sana ne diye sesleniyor?"-

tam o cümle zihninde yankılanırken, durdu. gözlerine tekrardan dolan yaşlar yanaklarından süzülürken, sımsıkı kapattı onları.

jeongguk ona ne diye mi sesleniyordu? jeongguk ona seslenmezdi. jeongguk ona onyedi yıldır hiç adıyla seslenmemişti.

"neden-" konuşmaya çalıştı ama ağlamaktan ve bağırmaktan ses telleri aşınmış, sesi çatlamıştı. boğazını temizleyip tekrar denedi. "madem onun adını kullanarak bana seslenmeye gönlün el vermedi bunca zaman, neden onun ismini koydun bana?"

"ismini, tüm bu gerçekleri öğrenmeden önce koymuştum. doğumhaneden çıkan hemşire bana jimin'in öldüğü haberini ve seni verdiğinde. kollarımdaki sen, o kadar benziyordun ki ona, jimin'den başka ismi yakıştıramadım," dedi bakışları kızın yüzünde gezerken. "hala da o kadar çok benziyorsun ki ona, bazen karşımda o varmış gibime geliyor... sana her baktığımda acım tazeleniyor o yüzden."

"özür dilerim," diye mırıldanan jimin, duyduğu sözlerle içi pişmanlıkla dolup gözlerini jeongguk'unkilerden kaçırdığında jeongguk, laflarının kızı rahatsız ettiğini anlamıştı. 

"dileme, bunların hiçbiri senin suçun değildi, kendini suçlama," dedi ani bir fikirle kıza doğru uzanıp onu kollarının arasına aldıktan hemen sonra. "jimin'in de değildi belki ama, hadi onu suçlayalım; şu an yanımızda olmadığı için." sonrasında kızın uzun saçlarında elini gezdirmiş, bir öpücük kondurmuş ve eski pozisyonuna geri dönmüştü. kızın elindeki kağıtı işaret edip yine uzun bir süre susmadan önce konuştu. "devam et hadi."

gelen iletiye karşılık vermeden önce şaşkınlığını üzerinden atmaya çalıştı, zira jeongguk ona ilk defa sarılmış, ilk defa başını okşamıştı, onu ilk defa öpmüştü. bunları tam da gerçek babası olmadığını öğrendiğinde yapması yine oldukça üzücüydü ama kısa da olsa onunla böyle bir etkileşimde olmak çok ama çok iyi gelmişti. 

mektuba geri dönüp sonraki cümleyi okuduğunda, jimin'in de, babasının da şu anki durumlarını tahmin ettiğini anlayıp buruk bir gülümseme kondurdu yüzüne. 

"ya da seninle konuşuyor mu ki? konuşmuyorsa, sonuna kadar haklı kızım, ona kızma. hepsi, yaşadığın her şey benim suçum. özür dilerim. tanrı'm... siz ikinize o kadar fazla özür borcum var ki... ama özür dilemeyi şimdilik es geçeceğim, zaten bir şeyleri değiştirmeyecek laflar zikretmeyi keseceğim, çünkü bilmen gereken çok önemli bir şeyi açıklamam lazım sana.

jeongguk... o senin baban değil, kızım. aynı onda olduğu gibi sana da nasıl açıklayacağımı inan hiç bilmiyorum... sen, bir şeytanın çocuğusun. bir şeytanla antlaşmanın sonrasında doğan bir bebeksin...

inanılmaz cümleler bunlar, biliyorum ama gerçekler, bebeğim. özür dilerim. hayattını kararttığım için özür dilerim, bencilliğim yüzünden bu olanlar adına o kadar pişmanım ki.

bilmiyorum ama, umarım bunları onyedinci yaşın bitmeden okumuş olursun. çünkü onsekiz olduğunda şeytan yanından bir şeyler canlanacak. şeytan babanla tanışacaksın...

sana daha o küçük yaşında bunca şey yüklediğim için yine, defalarca özür dilerim... seni seviyorum, seni tanımayı çok isterdim.

hoşça kal."

defalarca okuduğu cümleleri aklına mantığına oturtması o kadar zordu ki... onsekiz yaşına girdiğinde ne olacak demişti babası? şeytan tarafı uyanmaya başlayacak, şeytan babasıyla mı tanışacaktı?... aslında okurken gülme krizlerine gireceği şeylere şu an ne tepki vereceğini bilemiyordu. babası, jimin, kendisini nasıl bir belaya bulaştırmıştı böyle?

"ben aşağıda onun için kahvaltı hazırlıyorken, o acılar içinde, doğuma, bir diğer deyişle ölümüne saatler kala bunları yazmaya çalışmış," diye söze girdi jeongguk, jimin'in okumayı bitirdiğini anladığında. "bu eve, o günün bir hafta sonrasında, onsuz ve kucağımdaki seninle birlikte ilk defa girdiğimde gördüm bu kağıdı. onu kaybettiğim için perperişandım ama senin için ayakta durmaya çalışıyordum, öyle ki, ne onu morgta ziyaret ederken, ne de onun cansız cesedini mezara gömerken seni kucağımdan bıraktığımı hatırlıyorum. etrafımda herkes onun ardından ağlarken, ben bir köşeye oturmuş, neşeli gülüşlerimle seninle oynuyordum." bir kıkırtı saldı dışarıya laflarına biraz ara verirken. "tanrı'ya şükür ki çok uslu bir bebektin. bana hiç sorun çıkartmadın. bir şeytanın çocuğu olduğundan mıydı yoksa?"

jeongguk'un kıkırtıyla söylediği son cümlesi, jimin'in nedense zoruna gitmişti. bir şeytanın çocuğu olmak iyi bir şey miydi ki? kulağa kesinlikle oldukça kötü geldiğini söyleyebilirdi, pek iç açıcı bir laf gibi durmuyordu...

"gel," dedi jeongguk, ayaklanmış ve jimin'in oturduğu yere yaklaşmış, jimin'e tutması için elini uzatmışken. "soğuk olmaya başladı burası."

the devil's childHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin