8

386 32 5
                                    

jimin'in düşünme kabiliyeti kaybolmuş gibiydi, neler olduğuna anlam veremiyor, aynı şekilde asla mantıklı şekilde davranamıyordu. o yüzden, artık aralarında hiçbir şekilde kan bağı olmadığını öğrendiği jeongguk'un uzattığı eli tuttu. nereye götüreceğinden bir haberdi, bir sonraki adımlarının ne olacağından bir haberdi... ama tuttu işte, dedim ya, o an zihnindeki yeni bilgilerin yaptığı kalabalık nedeniyle düşünmeyi bırakmıştı. 

alt kata indirdi jeongguk onu, koltuğa oturttu ve kırılan sehpanın camlarıyla kesilen bacaklarını temizlemek adına ilk yardım çantasını almaya gidip yalnız bıraktı orada. sadece iki dakika kalmıştı yalnız başına ama, birkaç yıl geçmiş gibi geldi jimin'e; gözleri doldu, bacaklarını kendine doğru çekti, koltukta iki büklüm şekilde, küçücük kalırken gözyaşları yanaklarında yollarını bulmuştu. 

hayatındaki son kişinin de onu terk ettiğini sanmıştı jimin o an; jeongguk'un onu orada bırakıp gittiğini sanmıştı. artık gerçekten tamamen yalnız olduğunu sanmıştı.

ama iki dakikanın sonunda, jeongguk elindeki orta boydaki beyaz çantayla geri döndüğünde büyük bir rahatlıkla soluğunu saldı ve sevinçle atıldı jeongguk'a sarılmak için. o an sarılmak, tüm hayatını kurtarmanın tek yoluymuş gibi, sımsıkı sarıldı ona. 

jeongguk da karşılık verdi ona, saçlarını okşadı uzun uzun, rahatlatıcı şeyler söyledi kulağına. ardından jimin'in, eşinin, en sevdiği şarkıyı mırıldanmaya başlamıştı kızın da seveceğinden emin olduğu için. zira jimin, fiziksel olarak benzerliğinin yanında, tüm benliğiyle birebir babasının tıpkısıydı. sevdikleri sevmedikleri şeyler aynıydı, eğlendikleri, sinir oldukları şeyler, konuşma tarzları, bakışları bile aynıydı.

jeongguk biraz da bunun yüzünden kıza yaklaşamamıştı bunca yıl; canından bir parça olan eşinin tıpkısıydı bu kız yahu! ölen eşinin aynısı... o yüzden ona her baktığında kalbi tekrar tekrar parçalanıyordu sanki, ona her baktığında kendi jimin'ini hatırlıyor, ölüp ölüp diriliyordu. evrenin jeongguk'a bir kıyağıydı herhalde bu da, ya da tam tersi büyük bir cezası...

tüm bu sırada, jeongguk şarkını mıraldanmaya devam ederken, kızın nefes alışverişleri sakinleşti, omzunda uyuyakaldı.

onu odasına taşıyıp kesiklerini temizledikten sonra kendi kızın odasındaki sandalyeye atıp uzunca bir süre düşündü; bundan sonra neler olacağını düşündü, jimin'in şeytan tarafı uyanmaya başladığında neler olacağını düşündü, bundan sonra ne gibi felaketlerin onu beklediğini düşündü...

ya jimin ile ayrılmak zorunda kalırsa? ya onu kendisinden alıp götürse birileri, o zaman ne olurdu? jeongguk jimin ile bunca zaman ne kadar bir iletişimde olmasa bile, onun varlığına çok alışmıştı, eşinden sonra onun bıraktığı kızını kaybederse ne yapardı?

bu düşüncelerle daldığı uykudan, jimin'in garip bir şekilde kendi kendine konuşmaları ve dışarı doğru attığı adımlarla uyanması da tam isabet olmuştu tabii ki. 

hemen fırladı olduğu yerden ve kızı sıkıca tutup gitmesini engelledi. neyin etkisinde olduğunu az çok biliyordu, şu anki hali tam olarak, sonrasında kameralardan gördüğü, eşi jimin'in gecenin bir yarısı çıkıp gittiği haline benziyordu. kendinde değildi; bakıyordu ama görmüyordu, bir şeyler söylüyordu ama kendini duymuyordu, nereye gittiğini bilmiyordu ama yürüyordu.

jimin kollarının arasında hareketsiz ve bilinçsiz dururken kapıyı kapattı, her yerinden birkaç kere kilit vurdu. odasına geri götürüp yatağına geri yatırmadan önce lavaboya götürüp elini yüzünü yıkayıp kendine getirmeye çalıştı.

"hayır, olmaz," diye mırıldanıyordu bu sırada kalbi göğüs kafesinde küt küt atarken. "daha değil, daha çok erken."

1k 😭🥰🙏🏻

the devil's childHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin