on yedi

765 120 27
                                    

on yedinci bölüm: gritli'de bir öğle vakti

o gün seonghwa'nın teklifine yalnızca kafa sallayabilmiştim, o kadar şaşkın o kadar mutluydum ki konuşamamıştım bile. beni yerden kaldırdıktan sonra her zamanki gibi bir gün geçirmiştik görünürde fakat; içimde asla sıradan bir gün değildi. her saniye başı 'park seonghwa ile çıkıyorum.' alarmı yanıyordu beynimde. meyve toplarken, yemek yerken, herkes gittikten sonra hızlıca odama gidip saatlerce tavanı izlerken birkaç saniyeye bir farkına varıyordum bu gerçeğin.

dürüst olmak gerekirse onun beni sevebilmesine ihtimal vermemiştim. belki de ailemden gördüğüm sevgisizlikten ya da seonghwa'nın kişiliğinden kaynaklanmıştı bu durum ama o beni sevmişti. park seonghwa, kang yeosang'tan hoşlanıyordu işte. onun için sadece her zaman flört ettiği insanlardan biri değildim. ben onun sevgilisiydim.

şaka gibiydi benim için, inanamıyordum başlarda fakat önümüzdeki günlerde aramızdaki ilişkiyi arkadaşlarımıza da açıkladıktan sonra, benim için çok utanç verici bir şeydi, alışmıştım bu duruma. seonghwa'nın elimi tutmasına, bana sarılmasına, uzun uzun bakmalarına hatta beni öpmesine bile alışmıştım. yine de kalbimi her zamanki gibi çarptırma özelliğini yitirmemişti tüm bunlar. sadece eskisi kadar utanmıyordum artık ve bu, beni hwa'ya daha çok yakınlaştırmış gibi hissettiriyordu.

yine günlerden bir gün biz öğle güneşinin altında gritli'de oturup limonatalarımızı içerken bir yandan seonghwa'nın masanın üzerindeki elimle oynamasına gülümsüyor bir yandan da ayağımla hafifçe ritim tutuyordum.

"vay be arkadaş, vay be... seonghwa bile birisiyle çıkıyor, biz seninle hâlâ olamadık wooyoung. şimdi gülmezler mi kahvehanedeki dayılar bana?"

"onu artı elli yaş kankilerine bizi anlatmadan önce düşünecektin canım." dedi wooyoung gülerek.

san omuz silkti.

"senden daha iyi tavla oynuyorlar en azından."

benimle beraber diğerleri de gülerken şakayla karışık vurdu wooyoung san'ın koluna.

"bir haftadır kimseye yürümeyen bir seonghwa çok garip değil mi?" dedi yunho. ardından ekledi.

"artık bu itin yavşadığı birilerinin sevgililileri bizi bulup dövmeye çalışmayacak. şaka gibi."

"bunun için kasabamıza teşrif edip bizi bu dertten kurtaran yeosang kardeşimize bi hayır duası alabilir miyiz?" dedi mingi.

yanaklarım kızarırken seonghwa'ya baktım. utangaç gülümsemesiyle mingi'ye göz devirip bana döndü o da. göz göze gelince elindeki elimi sıktı hafifçe.

fazla tatlı görünüyordu şu an.

jongho yanımdaki sandalyesini gürültüyle bana yaklaştırıp kolunu omzuma attı.

"iyi insan bereketiyle gelirmiş arkadaşlar. herhalde bunun şerefine ona ve kuzeni olduğum için bana bir yemek ısmarlarsınız?"

"hadi yeo neyse de bence sen bi hoşt." dedi yüzündeki sırıtmasını bozmadan hongjoong.

jongho önündeki peçetelerden birini top haline getirip onun kafasına atarken gökyüzüne bakıp konuştu.

"bugün de hava amma sıcak ha."

konunun değişmesine sevinerek jongho'nun dediğine kafa salladım.

"harbiden... denize falan mı gitsek ne yapsak?" diyen mingi'ye baktım hızlıca sus dercesine kaşlarımı kaldırarak. evet hava çok sıcaktı ama deniz olmazdı, yoksa yeniden başlardı seonghwa bana yüzme öğretme çabalarına. mingi'ye kaş göz yaptığımı fark eden seonghwa aklımdan geçenleri anlamış gibi yüzündeki sırıtmayla konuştu.

"çok iyi olur. yeosang ile derslerimiz yarım kalmıştı zaten."

ağlamaklı surat ifademle seonghwa'ya baktım.

"bari bugün gitmeyelim, hiç hâlim yok."

seonghwa tatlı gülümsemesiyle bana baktı.

"yarın gideriz birtanem? sen dinlen bugün."

birtanem demesi yanaklarımı hafiften kızartsa da dudaklarımı büzüp elimin ucuyla omzuna vurdum ve kafamı pes edercesine masaya koydum. seonghwa gülerek saçlarımı karıştırırken yunho atladı lafa.

"yarın gidemeyiz, plan yaptım."

"ne planı?" dedim kafamı kaldırmadan yunho'ya bakıp.

arkasına dayandı.

"şimdi kankilerim, sizin henüz haberiniz yok ama benim var, çünkü ben çok sosyal biri olduğum için herkesten önce haberim olu-"

"kısa kesmezsen senden ayrılacağım yunho."

hongjoong'un lafıyla ağzındaki baklayı çıkartıverdi hemen yunho.

"jisung parti veriyor yarın. sizinkileri al gel dedi, ben de tamam dedim. size sormadan."

"jisung kim?" dedim merakla. tanıyor muydum ki?

"han jisung kanki. hatırlarsın belki. annesi eve erken çağırırdı hep." dedi wooyoung.

bir şeyler anımsarken onaylarcasına kafamı salladım.

"ee? gidiyor muyuz peki?" dedi san.

mingi omuz silkti.

"siz gelirseniz gelirim ben de. n'apayım tek başıma?"

"gidelim ya. değişiklik olur. jisung iyi çocuktur, eğlencelidir de." diyen seonghwa'yla diğerleri aynen dercesine kafasını salladı.

"e tamam başka bir gün gideriz sahile o zaman." dedi jongho.

birkaç saniye sessizlikten sonra kendi kendine "şu seunghyeon denilen it de olur mu orada acaba?" diye mırıldanan mingi'ye bakıp tek bir ağızdan homurdandık hepimiz.

"mingi..."

geçiş bölümüydü. diğer bölüm güzel bir şeyler yaparak en heyecanlı yerde bitireceğim sanırım bölümü 😼. düşüncelerim değişmezse şu anki planlar bu yönde. diğer shiplerimizi de bi birleştirelim artık canım, değil mi ama? 😌😌 umarım bölümü ve bölümün akışını beğenmişsinizdir. sağlıcakla kalın. 💕










bir, iki, üç: atla! - seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin