yirmi üç

697 103 15
                                    

yirmi üçüncü bölüm: park seonghwa'nın hikayesi

pencereden çekilircesine yavaşça bir adım attım geriye doğru. kalbim o kadar hızlı atıyordu ki bir saniyeliğine yatağıma oturdum. ondan sonra ya giderse diye korkup ayağa kalktım. hızla aşağı indim. şansıma ne babaannem evdeydi ne de jongho. üzerime bir ceket bile geçirmeden dışarıya attım kendimi. benim odam bahçe kapısına bakardı, adımlarımı arka tarafa doğru yönelttim. şu an o kadar karışıktı ki içim anlayamıyordum kendimi. her türlü duyguyu yaşıyordum o saniyelerde. seonghwa'ya duyduğum kızgınlık ve kırgınlık, sonunda geldiği için duyduğum mutluluk ve ya gitmişse diye hissettiğim korku. hepsi karman çorman olmuştu ve bana nefes bile aldırmıyordu.

sonunda ona ulaştığımda dalmış hâlde buldum onu. bakışlarını yere sabitlemiş öylece yağmurun altında ıslanıyordu. ardından geldiğimi hissetmiş gibi irkildi. başını kaldırdı, gözlerimiz buluştu, içimden bir ürperti geçti sanki. bir süre durduk, birbirimize baktık öylece. ardından bana doğru yürüdü, eş zamanlı olarak artan ağlama isteğim, titremesin diye sıktığım dudaklarım...

"merhaba." dedi çekimser sesiyle. haftalardır duymadığım sesini duymak gözümden bir yaş süzülmesine sebep oldu. belki yağmurdan belli olmamıştır diyordum fakat nafile, görmüştü. parmağını yüzüme yaklaştırdı, geriye doğru adımladım. yaşadıklarımızdan sonra hiçbir şey yokmuş gibi bana dokunmasına izin veremezdim.

"bir şey demeyecek misin?" dedi daha sonra. konuşmadan önce titrek bir nefes aldım.

"ne dememi istiyorsun seonghwa?" dedim kırgın sesimle. bakışları yere düştü. sustuk.

"yürüyelim mi?" dedi daha sonra. kapıyı işaret etti. üşümeme rağmen sesimi çıkarmadım. onu takip edip çıktım kapıdan. tenha yokuştan aşağı yavaş yavaş yürürken yeniden konuştu.

"üzerine hiçbir şey almamışsın."

yalan söyledim.

"üşümüyorum."

cevap vermedi, birkaç saniye sonra omuzlarımda hissettim ceketinin ağırlığını. durup çıkartmaya yeltendim, omuzlarımı tuttu. sinirli bir edayla,

"istemiyorum." dediğimde

"titriyorsun." diye cevap vermesiyle kendimi daha fazla tutamayıp bağırdım ona.

"neden umrunda!?" 

bakışlarında gördüğüm kırgınlık beni durdurmaya yetmedi, yetmeyecekti. üç haftadan beri her şekilde yok saymıştı beni, şimdi neden umursuyormuş gibi davranıyordu? aynı kızgın ses tonuyla devam ettim konuşmaya fakat bu sefer daha alçaktı sesim.

"neredeyse bir aydır yoksun. telefonun kapalı, evinin kapısını zaten açmıyorsun. şimdi neden umrundaymışım gibi davranıyorsun seonghwa? beni bırakıp gittin! hem de o kadar hassas bir şeyi söyledikten sonra! kendimi nasıl hissettim bir fikrin var mı?!"

içimdeki zehri atarcasına yeniden yükselmişti sonlara doğru sesim. üstelik daha fazla kendimi tutamamış titreyerek ağlamaya başlamıştım.

ellerimi tutup beni kendisine çekti. onun da ağladığını göğsünün sarsılmasından anladım.

"korktum yeosang." dedi daha sonrasında. cümlesini yanlış anlayacaktım ki devam etti sözlerine.

"senden değil, olur da yeniden kendine zarar vermeye çalışırsan seni koruyamam diye korktum. ben... ben yeniden böyle bir şeyi kaldıramazdım."

dedikleri benim ağlamamı yavaşlatırken neyi kastettiğini çözmeye çalıştım. 'yeniden' derken ne demek istiyordu?

ondan ayrılıp gözyaşları ve yağmur yüzünden sırılsıklam olan yüzüne baktım sorarcasına.

"ben de buraya masum nedenler yüzünden taşınmadım yeosang. seul'den buraya taşınma sebebim..."

söylemek istediği şey çok zormuş gibi gözlerini kapatıp titrek bir nefes aldı.
ardından gökyüzüne baktı yaşlı gözleriyle.

"annemin intihar etmesiydi. ben... onu koruyamadım."

dediği şeyle gözyaşlarım gözlerime hücum ederken şok olmuş bakışlarım ondan bir saniyeliğine dahi olsa ayrılmıyordu. gözlerini bana çevirdi yeniden.

"her şeyin farkındaydım. her şeyin." dedi kısık sesiyle.

"ne kadar mutsuz olduğunun, her gece ağladığının farkındaydım. hiçbir şey yapamadım onu daha iyi hissettirmek için. ne yaparsam yapayım iyileştiremedim onu. sonra gitti. okuldan eve geldiğimde buldum onu. öylece... öylece yerde yatarken."

cümlesini zar zor bitirdikten sonra hıçkırıklara boğulması kalbimi acıtırken elimi tuttu.

"yine intihara kalkışırsan diye korktum. seni de koruyamam diye korktum. seni de kaybederim diye korktum. kaçtım yeosang."

yutkunup onaylamazca kafasını salladı.

"ama hata yaptım. kaçmamalıydım yeosang. ne olursa olsun seni yalnız bırakmamalıydım. özür dilerim. çok özür dilerim. yanında olmam gerekirdi."

konuşmama fırsat vermeden devam etti.

"eğer... eğer bana bir şans daha verirsen... bir daha asla yalnız bırakmayacağım seni. her kötü hissettiğinde, ağladığında, güldüğünde, her anında nolursa olsun yanında olacağım."

ben ağlayarak ona bakarken konuşmasını durdurup nefes aldı yeniden.

"yeosang... ben sana aşığım. seni seviyorum."

ağlayışım omuzlarımı sarsacak kadar şiddetlendi her bir sözünde. dayanamadım, sarıldım ona. sımsıkı sarıldım. hiçbir şey düşündüğüm gibi değildi, bilmediğim şeyler vardı. seonghwa çok kötü şeyler yaşamıştı ama yine de beni bırakmamıştı. yaşadığı onca şeye, korkusuna rağmen yine de benim yanıma gelmişti. o beni seviyordu, çok seviyordu. biliyordum, bilmekten ziyade hissediyordum. tüm kalbimle.

bir günde iki bölüm 😗 artık diğer bölümü ne zaman atarım bilmiyom. gidip diğer hikayelerime bi göz atabilirsiniz flop kaldı 😭










bir, iki, üç: atla! - seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin