"Solgun görünüyorsun. Bir sorun yok, değil mi?"
Babamın sorduğu soruyla oynadığım yemek tabağından çektim ve başımı olumlu anlamda salladım.
"Bir sorun yok, babacığım." Gözlerime içine derince bakmış, yemeğine dönmüştü. "Güzel. Derslerin nasıl gidiyor?"
"İyiler."
"Güzel."
Uzun zamandır ilk defa bir diyaloğa girmiştik. Birbirimizden epeyce uzaklaşmıştık. Bunun sebebinin ben olduğumu biliyordum, ancak kendimi toparlayamıyordum. Ne yaparsam yapayım bomboş hissediyordum. Hiç kimse, hiçbir şey fayda etmiyordu. Babam, kızlar, diğerleri. Hiçbiri.
Birden sıfıra dönüşmüştüm, ve her çaba etkisiz sonuçlanıyordu.
Bu süreç boyunca Taehyung bana ulaşmaya çalışmıştı ancak buna engel olmuş, onu gördüğüm yerde köşe bucak kaçmıştım. Ondan uzak duramıyordum, yanına da yaklaşamıyordum.
Çünkü canımı yakıyordu.
Birbirimize dokunma amaçlarımız farklıydı. O bunu anlayana kadar göz göze dahi gelmek istemiyordum. Bu en çok beni yaralasa da elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Birbirimizi bırakamayacağımızı, beni terketmeyeceğini biliyordum yine de bir süre onunla olmak istemiyordum.
Yoruluyor, hırpalanıyor, mahvoluyordum. Bu mental olarak değil fiziksel olarak gerçekleşiyordu. Ciddi bir problemdi.
"Kalkabilirsin, Jennie. Kendini zorlamana gerek yok."
Babamın tok ve keskin sesini duyduğumda oturduğum yerden "afiyet olsun." diyerek kalktım. Bir şeylerin farkında olduğunu, üzüldüğümü bildiğini biliyordum. Birkaç kez kızlarla konuşmuş, sorunu öğrenmeye çalışmıştı, ancak onlar da bilmedikleri için bir şey öğrenememişti.
Odama girdiğimde karanlık beni korkutmuş, elimi hemen ışık düğmesine götürmeme sebep olmuştu. Ancak elimin üstünde bir el hissetmemle daha çok korkmuş, dudaklarımı çığlık atmak için aralamıştım.
"Jennie, benim Taehyung."
Araladığım dudaklarımın üzerine eli kapanırken, fısıldamış yanlış bir şey yapmama engel olmuştu.
"Işığı açıyorum, korkma, tamam mı?"
Başımı olumlu anlamda sallarken, hala şoktaydım. Eve girmesi, odama çıkması imkansızdı. Nasıl girebilmiş olabilirdi?
Işığı açtığında benimle göz kontağı kurdu. Derin, yoğun bakışları beni korkutuyordu. Bir iki adım geriye attığımda sırtım duvara değmiş, buna alayla gülüp bana yaklaşmıştı.
"Neyden kaçıyorsun, Jennie?" Bir eli belimi duvara sabitlerken diğer eli saçlarımda geziniyordu. Uzun bir zamandan sonra temas kurmamızla düşecekmiş gibi hissedip, ellerimi göğüslerine yerleştirdim. "Hm? Cevap vermeyecek misin?"
Zorlukla yutkunurken bakışlarımı ondan kaçırdım, ve derin, titrek bir nefes aldıktan sonra konuştum.
"Taehyung, ne yapıyorsun burada? Kafayı mı yedin?"
"Evet, yedim. Bana kafayı yedirttin, Jennie. Kaç gün olduğunun, farkında mısın? Beni sensiz bıraktığın kaçıncı gün bu, saydın mı?" dişlerinin arasından tıslarken, duyduklarım canımı acıtıyordu. Her şeye rağmen yeniden suçlu çıkmak, canımı yakıyor, beni yoruyordu.
"Taehyung..."
"Ne, Taehyung? Ne?" o bana kızarken, beni suçlarken yorgunluktan ağzımı açıp, bir cümle kuramıyordum bile. Belki de haksız olduğum için böyleydi bu.