"Bir gün kafayı yiyeceğim gerçekten. Benim de bir hayatım var. Neden annem bunu anlamıyor?" Chaeyoung, yeniden aynı şeylerden bahsetmeye başlarken gözlerimi devirmemeye çalışıyordum. Kesinlikle onun ailevi şeylerini dinlemek istemiyordum. Annesiyle en ufak tartışmalarını abartıyor, sorun haline getiriyordu. Eğer benim bir annem olsaydı böyle şeyler eminim ki bana tatlı gelirdi.Onu dinlemeyi bırakıp, bıkkınlıkla derin bir alıp nefes verdim. Telefonumu elime alıp, Taehyung ile olan mesaj kutumuza girdim. Dün yazdığım iyi geceler mesajına cevap bile vermemişti. Acaba bir sorunu mu vardı? Mesaj atmalı mıydım? Kesinlikle yazmalıydım. Sonuçta bir sorunu varsa ve yazmadıysam daha sonradan kötü hissederdim.
Kime: Taehyung
Seni çok özledim. Eğer, sen de beni özlediysen gelebilirsin. *Konum.*
"Heyy, beni dinlesene." Chaeyoung'un ince, sinirli sesiyle ona döndüm. "Ne diyordun?" Umursamazca çıkan sesimle bir anlık afallasa da toparlayıp, devam etti.
"Beni tehdit edip duruyor. Yediklerime bile karışmaya başladı. Tahammül edemiyorum, kendime zarar vermek istiyorum.." tekrardan aynı şeylerden bahsetmesi üzerine algılarımı kapatıp, gözlerimi devirdim. Bıkmıştım. Bir annesi vardı, ve buna şükretmesi gerekirken sürekli şikayet ediyordu. Telefonuma gelen mesaj bildirim sesiyle hevesle elime alıp, okudum. Ancak hevesimin kursağamda kalması için çok geçmesi gerekmiyordu.
Kimden: Taehyung
Üzgünüm, işlerim var. Seni seviyorum.
Yoğunlardı, bunu anlayabiliyordum. Ama, biz en yoğun anlarında bile iki gün görüşemeden duramıyorduk. Ne değişmiş olabilirdi ki?
Kime: Taehyung
Pekala, sorun değil. Ben de seni seviyorum.
"Beni dinle artık!" bir anda yükselen sesi ile sinirle ona döndüm. "Tanrım, ne var Chaeyoung?"
"Sana bir şeyler anlatıyorum. Ama, umursamıyorsun bile. Bir şey mi yaptım, Jendeuk?" yumuşak ses tonuyla söyledikleri beni sakinleştirmesi gerekirken daha çok sinir ediyordu.
"Bir şey yapmadın, Chaeyoung. Her şeyi kendine bağlamana gerek yok." ilk önce şaşırmış daha sonra gözlerini hüzün kaplamıştı. "Sorun ne o zaman? Neden böylesin?"
"Nasılım?" diye sordum sakince. Sürekli değiştiğimi söylüyorlardı, ancak gerçekten nasıl biri olduğumu bile bilmiyorlardı. Ben gerçekten kim olduğumu bulmuştum.
"Kırıcısın, umursamazsın, bencilsin." Yanımıza ne ara geldiğini bilmediğim Lalisa, Chaeyoung yerine sorumu cevaplamıştı. "Kendinde değilsin. Kendini ortamlardan, bizden, insanlardan soyutluyorsun. Gereksiz cezalar veriyorsun, bizimle vakit bile geçirmiyorsun." Dedikleri ilk önce şaşırmama sebep olsa da belli etmedim. Ay içerisinde birkaç kez buluşuyorduk. Bu onu neden tatmin etmiyordu?
Dudaklarımın arasından alaylı kahkahalar çıkarken, Chaeyoung bana inanamayarak bakıyor, Lisa ise sinirli duruyordu.
"Sizden ayrı bir hayatım olamaz mı? Size yapışık kalmak mı zorundaydım, özür dilerim, haberim yoktu bundan." kahkahalarım arasında söylediğim şeyle, Lalisa kaşlarını çatıp, yüksek sesiyle konuşmaya başladı.
"Sana inanamıyorum. Sadece kendini değil, bizi de altüst ediyorsun. Nasıl bir şeye dönüştüğünün farkında mısın? Ne yaptığını bilmiyoruz ama ileride çok pişman olacaksın. Ve o zaman ben senin yanında olmayacağım, Jennie. Anladın mı? Ne halin varsa gör." Sinirle oturduğu sandalyeden kalkıp, giderken Chaeyoung arkasından seslense de dönmemişti.
"Sana inanamıyorum, Jennie. Biz kardeştik, arkadaş değil." Chaeyoung, dolu gözleri ile bana bakarken içimde büyük bir sızlama oluştu. O da arkasına bakmadan dönüp, giderken bir süre gözlerimi kapatarak bekleyip sakinleştmeye çalıştım.
Kampüsten çıkarken sıkıntıyla derin bir nefes aldım.
Onu görmeyeli nerdeyse iki hafta olacaktı ve ben çıldıracakmış gibi hissediyordum. Onsuzluk beni çok kötü etkiliyordu. İstemsizce arkadaşlarıma bağırıyor, onları kırıyordum. Sakinleşmek, eski halime dönmek için ona muhtaçtım.
Otoparka girdiğimde arabamı aramaya başladım. Sabah nereye park ettiğimi bile hatırlamıyordum. Arabaların arasında gezerken arabamın sesine doğru ilerliyordum. Sonunda bulduğumda gülümseyip, kapıların kilidini düğmeyle açtım. Ön koltuğa kendimi atacakken birisi belimden tutarak bedenimi geriye doğru çekip, benden önce davranarak açtığım kapıyı kapattı. Korkuyla arkamı döndüğümde gördüğüm suratla kaşlarımı çattım.
"Ne yaptığını sanıyorsun, Jungkook?"
Gözlerimle belimdeki elini işaret ettim. Suratındaki keyifli ifadesini bozmadan iki elini yanlarımdan arabaya yaslayıp üzerime doğru eğildi.
"Sadece selam vermek istemiştim."
Gözlerimi devirip, sertçe cevap verdim. "Bu şekilde selam verebileceğin bir insan değilim ben. Geri çekil."
Kaşlarını alayla havaya kaldırıp, 'hmm'ladı. Tam sinirle açılan ağzımı kapatıp, cevap verecekken konuştu.
"Nasıl bir insansın peki, Kim Jennie?" Gözleriyle beni süzerken tekrardan konuşmama fırsat vermedi. "İnsanların ideallerine uyan 'kusursuz kız çocuğu' musun?" Başını iki yana sallayıp, suratlarımızı biraz daha yakınlaştırdı. "Öyle bir kız çocuğu olduğunu hiç sanmıyorum."
Dudaklarımın arasından istemsizce bir 'hah' çıkarken alayla kaşlarımı kaldırıp, kulağına doğru fısıldadım. "Öyle mi, Jeon Jungkook? Nasıl bir kız çocuğuymuşum ben?" Dudaklarının kenarı kıvrılırken benim yaptığım gibi kulağıma doğru eğildi. "Sen imkansızı isteyen, başkalarının ait şeylerde gözü olan şımarık bir kız çocuğusun, Kim Jennie. Şeytana evrilmişsin. Yanılıyor muyum?" Başını hafifçe yan çevirip, gözlerimizi birleştirdi.
Duyduklarımla afallasamda hiçbir tepki vermedim. Tam olarak bahsettiği gibi bir kız çocuğuydum ancak bunu nasıl anladığını bilmiyordum. Neyimi bildiğini, hangi açığımı yakaladığını bilmiyordum. "Eğer bir şeytan olduğumu düşünüyorsan," ellerimi göğsüne yerleştirirken, ben de gülümsedim "benden uzak durman gerektiğini algılamasın, Jeon Jungkook." Cevap vermesine izin vermeden göğsündeki ellerimle onu sertçe ittirdim. Beklemediği için afallayıp, geriye doğru sendelerken aldırmadan arabamın kapısını açıp, ön koltuğa yerleştim. Tam arabayı çalıştırıp, arkama bile bakmadan gidecekken öndeki arabada beni izleyen kişiyle beynimden vurulmuşa döndüm.
Taehyung, park ettiği arabasında oturmuş, bütün olan şeyi görmüştü. Şu an, bakışlarından anladığım kadarıyla, emindim ki yanlış anlamıştı. Kafamı çevirip, son kez sinirle Jungkook'a baktım. Keyifle beni izliyordu. Bir ihtimal bizi biliyor olabilir miydi? Bütün bunlar vücudumu korkuyla titretiyordu. Arabayı çalıştırıp, otoparktan çıkarken Taehyung'u aradım.
Açmıyordu.
Tekrar aradım, tekrar açmadı. Tekrar arayacakken attığı mesajla göğsüme bir ağrı saplandı.
'Kalbini kırmamı ve yüzüne karşı bir sürtük olduğunu söylememi istemiyorsan bir daha sakın beni arama, mesaj atma ve yanıma gelme.'
Onu aldattığımı mı düşünüyordu?
Görüş alanım bulanıklaşırken, bana doğru gelen arabayı son anda farkedip, arabayı kenara doğru çektim.
Kendimi arabanın dışına atar atmaz dizlerim beni taşıyamamış, yere kapanmıştım. Az önce ölebilecek olmam ve şu an ezilebilecek umrumda bile değildi.
İçimde daha önce hiç tatmadığım bir acı vardı, ve saniyeler geçtikçe sancısı artıyordu. Bana ne oluyordu böyle? Dudaklarımı nefes almak için araladığım an boğazıma dizilmiş hıçkırıklar çıkmaya başlamıştı.
Taehyung, beni terketmişti.
Ve bana bıraktığı acı ağırdı.