~Bazı kızlar babalarının prensesi olur. Bazı kızlar da annelerinin savaşcısı...
O kadar çok isterdim ki babamın prensesi olmayı, çünkü babası tarafından sevilmeyen kız çocuklarının bir tarafları hep eksik kalır. Sevilme ihtiyacı hissettikleri için yanlış insanların sevgilerine de muhtaç kalabilirler. En saf ve temiz duygularla sevmelidir bir baba...
Uzandığım yatağın başucundaki komodine baktım. Saat 05.43'dü. Dün buraya geldiğimde bir oda vermişlerdi, bir telefon ve Alyeska aracılığıyla bir kaç parça kıyafet. Yastığımın altına koyduğum telefonu alıp karıştırmaya başladım. Galeriye girdiğimde yaşlı ama bakımlı bir adamın fotoğrafını gördüm. Yakından ve vesikalık çekilmişti.
Telefonu yerine koyup ayağa kalktım. Deponun hemen karşısında 3 katlı bir bina vardı. 3. Katında ise bizler kalıyormuşuz. Depoya göz gezdirince yanındaki siyah köpek kulübesini fark ettim. İçinde siyah bir köpek uyuyordu ve patileri ve kafası dışarıdaydı.
Sokak lambasının altında elinde alkol olduğunu tahmin ettiğim kişi Koyu idi. Sert bakışlarını yere indirmiş ve durmadan alkol içiyordu. Bakışları yukarı çıkınca göz göze geldik. Sahi bugün bana ne demişti? 'Yaralı kızım' kendisinin de yaraları olduğu bariz açıktı.
Perdeyi kapatıp mutfağa gittim. Bir bardak su alıp tekrardan odama geldim. Suyu tek seferde bitirip masaya koydum. Ve uyumaya çalışmak için yatağıma girdim.
⚡
şimşek çaktıkça adımlarım yerden kesiliyormuş gibi hissediyorum. Koşarken adımlatımın çamura batmasını umursamadan koşmaya devam ediyordum. Âdeta yer çekimine meydan okuyup uçuyormuşçasına koşuyordum.
Âmâ bir insanmış gibi önümdeki engelleri göremeden koşuyorum. Dilhun yüreğimin kalbime yaptığı baskı nefesimi kesiyor ve adım atmamı zorlaştırıyordu. Koşarken saçlarıma takılan ağaç dalları saçlarımı yoluyor, engelliyordu.
Adımlarımın beni götürdüğü yer çocukluğumda büyüdüğüm o bahçeli evdi. Bahçenin kapısını hızla açıp içeri girdim. Gecenin karanlığının yanına yağmur damlaları yakışmıştı. Evin kapısını açmaya çalıştıkça sanki arkadan zorlanıyordu kapı, açılmamaya ant içmiş gibi.
Ve uzaklardan gelen bir çello tınısı... ölümü simgeliyordu. Bu sefer müzik ruhun gıdası değil ruhumun katili olmuştu. Sonu olmayan bir acı bahşediyordu.
Kaçtığımız şey içimizde saklıysa eğer, dünyanın öbür ucuna da gitsek kaçtığımız şey bizimle gelir. Bu sebeple savaşmayı öğrenmeliydim, öğrenmeliydim ki korkularımı defedebileyim.
Bahçenin içinde yalınayak dört dönüyordum. Burası benim büyüdüğüm yerdi. Ağaçların dibinde yaptığım çamurdan pastalar hala yerinde duruyordu, Yağmur bile onları bozamamıştı. Ayağıma batan bir cam ile yere odaklandım. Her yerde cam vardı. Etrafıma göz gezdirince her yerde boydan bir ayna olduğunu farkettim. Her ayna çevremi boydan boya sarmış ve bana anlatmak istediklerini gösteriyordu.
Çellonun sesi arttıkça kulağımı acıtıyordu. Fakat kalbimin atışı bu sesi bastırmaya yetiyordu. Ondan korkuyordum. Ve bununla baş edemiyordum.
Yağmur ile buluşan saçlarımı öne eğilince su damlacıkları kanayan ayağımla buluştu. Ayağıma derin yaralar açan küçük cam parçalarına bakınca, karşımda o zayıf küçük kızı gördüm. Ruhsuz, ve her şeyden korkan. Savaşmaya mecali kalmamış, kalbinde damlayan siyah mürekkebi temizlemeyi bilmeyen, boyun eğdikçe ezilen ses edemeyen o küçük kız...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOYU
Teen Fiction"02.11.2020✍ 💉 Ruhun beyaz ölümün, sessiz adımları olsun. Aldığın beyaz zehir, aydınlık dünyana kan gibi damlayacak ve seni karanlıkta bırakacak. Bu bir isyan, bir yok oluş! Bu bir kızın sessiz yakarışları... Cennet'ten kovulduğum gün cehennem'e...