《 İlk Gülümseme 》
İmparatorun arkasında bıraktığı cümlelerden sonra ayrılmasının üstünden yaklaşık 1 saat geçmişti. Prenses zar zor toparlanmış, kapanan gözlerini açık tutmaya çalışarak arkasına yaslanmıştı. Göğüs kafesi alıp verdiği her nefesle yavaş yavaş kalkıp iniyordu. Baygın bakışları sadece karşısındaki boşlukta geziniyordu. Düşünmeye bolca zamanı olmuştu. Fakat yine de bu süre boyunca ne düşünmüş ne de dert yakınmıştı.
Kapının çalınmasıyla irkilmiş, yorgun bakışlarını o tarafa çevirmişti. İçeriye adımlayan beden siyah, dağınık saçlı ve pek de fazla gösterişli kıyafetleri olmayan bir gençti. Yatağın yanına elindeki tepsiyle yaklaştığında prensesin durumuna bakınmış, hafifçe yüzünü buruşturmuştu.
"İçinden geçilmiş."
genç kızın duyduğu sesle gözlerini devirmeye bile hali yoktu, o yüzden içinden hakaret etmekle yetindi.
Ses tonu aynı düzeyde konuşmaya devam etti tepsiyi komidine bırakırken.
"Yaralarını temizleyeceğim, görevim diyebilirsin."
Tepsinin üzerinden bir pamuk alıp üzerine soluk yeşil renkte sıvı döktü. Prenses bundan dahi anlık olarak şüphelendi ve çekindi, yine de ardından siktir etmeye karar verip bekledi sadece çocuğun yapacaklarını. Artık korksa, hatta kaçsa bile hiçbir şey değişmeyecekti.
Siyah saçlı olan nasıl yarayı temizleyeceğini bilemedi ve bir süre dudaklarını birbirine bastırdı. Çekinmişti ama yine de yatağa oturdu ve prensesin omuzlarından hafifçe tutup bedenini yatağa, kafasını kucağına yatırdı. Prenses ne olduğunu anlamadan çocuğun bacaklarına yatarken bulmuştu kendini.
"Hey-"
Elindeki ıslak pamuğu kızın saçları arasındaki geniş yaraya bastırdı ve sesinin kesilmesini sağladı. Kız acıyan canıyla hafifçe inlemişti, çokça yanıyor olmalıydı.
"Sadece bekle. Kısa sürecek."
Genç çocuk kısa süre düşündü. Eğer imparator bu kişiyi iyileştirmek istiyorsa kendi güçlerini de kullanabilirdi. Sonuç olarak ufak bir iyileştirme büyüsünü sıradan bir şeytan bile kullanabilirdi.
Sanırım prensesin gerçekten yaptıklarının sonuçlarına katlanmasını istiyordu. Yara izleri ona hep hatırlatsın istiyordu.Prenses acıya katlanmak için başının altındaki bacağa tutundu ve sardığı parmaklarıyla sıktı sertçe. Gözleri doluyordu yavaş yavaş ama sesini çıkartmamaya çalışıyordu.
Çocuk bacağındaki baskıyı hissetse de tepki vermeyip yarayla ayrıntılıca uğraşmaya devam etti.
İşi bittiğinde yarayı sardıktan sonra elindekileri komidine bıraktı. Prenses hala gözleri kapalı bir şekilde bekliyordu.
Bıkkınca verdiği nefes genç kızın kulaklarına ulaştığında gözlerini açtı ve bir süre kırpıştırarak bekledi. Hareketlenme olmadığında kalktı yavaşça ve gözlerini kaçırdı.
"Teşekkürler."
Genç çocuk cevapladı sargı bezini alırken.
"Daha bitmedi."
Sargı bezini alnından kafasının arkasına doğru birkaç kez doladı ve sabitledi. Ardından odanın herhangi bir yerinden taşıma büyüsüyle eline ulaştırdığı aynayı kıza tuttu kendini görebileceği şekilde.
"Bak, aptal ve yaralı bir prensese benziyorsun. Ah, gerçekten öyleydin."
Prenses bir süre aynadan kendine bakındı. Gerçekten aptala benziyordu. Saçları dağılmış, kafasına sargı bezi dolanmış ve gözleri şişmişti. Homurdanarak genç şeytana baktı.
"İltifat için teşekkürler, bu görüntü için hazırlanmam zor oldu."
Şeytan dayanamayıp güldü hafifçe. kıkırtısı prensese ulaştığında bir süre gözleri kısılan gözlerde kalmıştı. Elinde olmadan tebessüm etti. Buraya geldiğinden beri ilk defa biri ona içten bir şekilde gülüşünü sunmuştu. Bu bile kalbindeki ağırlığı kısa süreliğine yok etmesinde büyük rol oynamış gibiydi.
İkisinin bakışları buluştuğunda şeytan gözlerini kaçırdı ve gülüşünü soldurdu hızlıca. Hafifçe öksürdükten sonra yataktan kalkıp komidindeki ilkyardım malzemelerinin olduğu tepsiyi aldı.
"Her neyse, bir ihtiyacın olursa adımı seslenmen yeterli. Dikkat et, kimse duymasın."
Prenses kaşlarını kaldırdı merakla ve çocuğu izlemeye devam etti.
"Kimse duymasın mı? Ayrıca adını bilmiyorum bile."
Genç çocuk kapıya doğru adımlarken kapıyı açmadan önce prensese kısaca baktı.
"Megumi. Fushiguro megumi."
Megumi kapıyı açarken kelimeleri uzatarak konuştu.
"memnun oldum prenses."............
İblis imparator fazlasıyla uzun koridorlarda adım atarken çatılı kaşları ciddi suratına uyum sağlıyordu. Muhafızların açtığı kapıdan girip bir dizi meşalenin aydınlattığı merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Hücrelere ulaştığında gözlerini parmakların ardında cesetleri çürümüş, işkence edilmiş ya da öylece bırakılmış bedenlerde geziniyordu. Hala canlı olanlardan birkaçının soluk ve hissiz bakışları sukunaya çevrildiğinde imparator hiçbir tepki vermemişti. Gözlerini onlardan çekip yarı aydınlanmış hapishanenin koridorunda yürümeye devam etti. Arkasındaki hücrelerde kalan, hayata zar zor tutunan şeytan bir hışımla soğuk zeminden kalktı ve demirlere tutundu sertçe. Yumruk yaptığı elini sinirle soğuk metale vururken avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
"Sikeyim senin gibi imparatoru! Senin yüzünden kaç aile mahvoldu lan! Şerefsiz adi piç."
Sukuna tuttuğu nefesini bırakırken adımlarını durdurdu.
"Sana diyorum orospu çocuğu! Hepimizi haksız yere buraya aldın. Ne geçti eline? Siktiğimin yenilmez otoritesinden başka ne kazandın?!"
İmparator düz bakışlarını sinirle haykıran şeytana çevirdi. Biraz bakındığında zayıflamış, tamamiyle çökmüş, bedeninin neredeyse her tarafında derin kesikler olduğunu görmüştü. Bu haldeyken hala bağırabilmesi dahi mucizeydi.
Tok ve soğuk sesiyle konuştu sakince.
"Haksız yere? Masum olduğunu söylüyorsun yani."
Sukuna ağır adımlarla hücreye yaklaştı ve demirliklerin ardındaki bedenin karşısında durdu. Hafifçe eğilip boylarını eşitlediğinde dudakları kıvrılmıştı. Kıstığı gözleriyle sesini duyurdu şeytana.
"Herhalde bilgelerin keşiflerini çalıp kendin gibi kullanmanı, ses çıkarmasınlar diye eziyetle öldürdüğünü sen değil, sadece ben farkındayım. Ne kadar da unutkan bir adamsın, ben bile bu kadar çöpün arasından senin ne sikler yediğini unutmadım."
Şeytan çatılı kaşlarıyla dişlerini sıkarak konuştu.
"Onlardan daha fazla geliştirebilirdim. Sen de benden bunlar için yararlanmalıydın. Hiçbir şey bilmiyorsun. Bilgelik güçtür, majesteleri."
Eğilmeyi bırakıp tekrar dikleştiğinde aşağıdan kendisine bakan gözlere odaklandı. Sırıtışı genişlerken kaşlarını kaldırdı. Muhafızlara göz attı ve eliyle işaret etti.
"Kesin boğazını."
Muhafızlar hücreyi açtılar ve hızla şeytanın kollarından tuttular. İçlerinden biri kılıcını boğazına dayadığında sukuna duraksadı.
"Bırakın. Sanırım vazgeçtim."
Parmaklarını çenesine götürüp ovuşturdu hafifçe. Muhafız kılıcını geri kınına yerleştirmişti.
" 4 adım geri çekilin."
Geri çekildiklerinde sukuna hücreye girdi ve şeytanın yakasından tutup kendine çekti. Fısıldarken sırıttı.
"Güç, güçtür."
Yakasını sertçe bıraktığında yüzüne düz ifadesini geri yerleştirirken son kez konuştu ve hücreden çıkıp yürümeye başladı.
"Öldürün."selaamm. son kısım biraz alıntı, havalı geldi yazayım dedim.
ehe.
bu bölüm bayağı geç geldi, biraz da boş bir bölümdü ama gelecek bölümler dıkşındıkşın olacak.
şuana kadar beklediğiniz için teşekkür ederim.
saygılar.