《KARMAŞA》
Prenses gözlerini alışık olduğu odada açtığında kurumuş boğazına rağmen yutkundu. Yorgun gözleri odada dolandığında her şeyin yerinde ve toplu olduğunu gördü. Yerde ve duvarlarda kan gölleri yoktu, ayrıca hiçbir şey kırık da değildi. Yatakta bacaklarını kendine çekerken gözlerini tekrardan kapadı sıkıca ve dudaklarını birbirine bastırdı. Her şey belki de bir rüyaydı, en azından öyle olsun isterdi. Yine de İmparator Sukunanın ülkesinde, bir şeylerin aniden yok olması ya da eski haline dönmesi şaşırtıcı bir şey değildi.
Gözleri dolmaya başlarken ellerini kulaklarına götürdü zihnindeki çığlıklarla. Alt dudağı ısrarla titrerken ağlamaklı bir tonda mırıldandı.
"Sen güçsüz bir prensessin. Sen hiçbir işe yaramazsın, doğmamalıydın bile."
Kendine dedikleri, babasının ve prensesi olduğu ülkenin insanlarının söylediği sözlerdi. Bunlar gerçekti, sonunda emin olmuştu. Büyücünün bu hale gelmesi onun suçuydu, böyle bir şeyi tahmin etmeli ve onu kendisinden uzaklaştırmalıydı. Kendisine zarar gelecek korkusuyla megumiyi kurtaramamıştı bile. Aptaldı.
Genç kız akan yaşlarını hızlıca sildi ve yataktan doğruldu yavaşça. Üzerindeki beyaz elbise, kanlar içindeydi. Değiştirmeliydi. Kan kokusu burnuna geldikçe kusacak gibi oluyor, başı dönüyordu.
Zorlukla etrafındı bakındı yataktan kalkarken. Dolabında birkaç parça şey olmalıydı, hizmetçilerin yerleştirdiğini görmüştü. Adımlarını büyük dolaba doğru yönlendirdi ve kapakları açıp elbiseleri göz attı. Bunlar, hiçbir zaman giyemediği türde kaliteli elbiselerdi. Üzerlerinde değerli taşlar, özenle uğraşılmış dokumalar mevcuttu.
Genç kız elinde olmadan hayran kalmıştı. Prenses olmasına rağmen zaman bu elbiselere sahip olmamıştı hiç. Yine de, bunlara hayran olacak zaman yoktu.
Üzerindeki pembe renk kabarık elbiseyi aynada süzmüş, hafifçe nefes vermişti.
"Tatlı.. Bunu giymeye hakkım yok gibi hissediyorum ama kanlı kıyafetlerle duramazdım."
"Benim rızam olduğu sürece her şeye hakkın var, tatlı prenses."
Genç kız ufak bir çığlık atmış, birkaç adım geriye atarken arkasını dönmüştü hızlıca. İmparatoru gördü. Şeytanın dudaklarına geniş bir gülümseme çoktan yayılmış olsa bile prenses kana susamışlığını hissedebiliyordu. Göz bebeklerinin büyüklüğü, kalbinin korkuyla titremesini sağlayacak türdendi. Sukunanın sinirini bastırmaya çalıştığı, çok belliydi.
Prenses kendine geldi ve elbisesini titreyen elleriyle nazikçe tutarak eğildi, selam verdi. Sukuna memnun olmuşçasına histerik bir kahkaha attı. Buna rağmen çatılı kaşları bir nebze bile oynamamıştı.
"İmparatoru, majesteleri Sukunayı selamlıyorum."
"Biraz korku sana iyi geldi, ha? Ne o, büyücü sevgilin ölümün kıyısındayken kendine mi geldin?"
Sukuna ağır adımlar atarak başını eğmiş, elbisesinin eteklerini sıkıca tutan genç kıza ilerliyordu. Siyah, deri eldivenlerini çıkarıp yere atmış, kızın çenesini kavrayıp gözlerini buluşturmalarını sağlamıştı. Soğuk sesi, prensesin nefesinin kesilmesini sağlamıştı.
"Cevap ver, prenses. Onun için mi endişelisin?"
Prenses gözlerini kaçırdı, başını indirmeye çalışsa da sıkıca sarılmış olan kemikli parmaklar onu engelledi.
"H-hayır majesteleri, ben üzgünüm. Sadece yalnız kaldığım zamanlar için yanımda durmak istemişti. İkimizin de başka bir niyeti yoktu-"
İmparatorun kaşları olabildiğince çatılmış, seslice solumuştu. Bununla beraber prenses cümlesini yarıda bırakıp tekrar buluşturmuştu gözlerini. Yine mi yanlış bir şey söylemişti?
"Hala onun için endişeli gibisin. Gerçekten, beklemeden onu öldürmeliydim. Ah, doğru. Sana bir bıçak vereceğim, onu öldüren sen olabilirsin. Eğlenceli olur."
Prenses bir süreliğine dondu, imparatorun bakışlarındaki keyif onu irkiltirken sonunda demesi gerekeni söyledi.
"B-ben yapacağım. Sadece, lütfen beni öldürmeyin."
Genç kız, yeterince korku ve endişe ile boğulmuştu hayatı boyunca. Başkalarını düşündükçe ne kadar dibe battığını da tekrar tekrar fark etmişti. Büyücü için üzgündü fakat bu durumda.. onun için endişelenmesi ölümünü hızlandırmaktan başka bir şey yapmazdı.
Sukuna bu cevabı beklemiyordu, çatılan kaşları anlık olarak yumuşarken kızın çenesini tutan elini yavaşça yanağına kaydırdı.
"Anlamaya başlıyorsun demek.. Aferin kızıma."
Prenses başta duraksamış, yumuşayan bakışlar karşısında dudaklarını birbirine bastırmıştı. Yanağını hafifçe okşayan parmaklar yutkunmasını sağlamıştı. Aferin. Bunu kendi babasından dahi duymamıştı. Nedensizce, bunu duymak için daha fazla istekli oldu.
Sukunanın dudakları kıvrıldı. Bakışlarını genç kızın vişne rengi dudaklarına indirdiğinde halinden memnundu. Parmaklarını kızın saçlarına kaydırdı, prensesin boyuna eğildi ve yumuşaklığa bastırdı kendi dudaklarını. Prenses irkilirken gözlerini kapattı hızlıca. İmparatorun kulaklarına ulaştı kalp atış sesleri. Kafesinde çırpınan bir kuş misali atan kalbi, Sukuna'nın ateşini körükledi. Arzusunu bastırdı, onu öldürmedi. Sadece, şevhetle öptü. Bir şeytana yakışır şekilde, pembelikleri ezdi ve salyalar kızın kanıyla karıştı.
Sukuna kızın alt dudağını dişleyerek onu uyardı, dudaklarını aralaması adına. Dilini içeriye yönlendirdi, prensesin sıcak ağzı isteklice kabul etti onu. İmparatorun dili genç kızın damaklarında sürtünüp ağzının içini keşfederken prenses boğuk bir inilti bıraktı. Sukunanın diğer eli güzel kızın ince belini bulmuş, onu kolaylıkla kavrarken bedenini kendininkine bastırmıştı.
Prenses nefessiz kaldığında ayrılmak adına çabalamış, dokunuşlarına dayanamayarak iniltiyle bitirmişti cümlesini.
"Majesteleri-"
Sukuna öpüşünden ayrılırken bakışlarını şişmesine neden olduğu dudaklardan çekmemişti. Derin bir sesle konuştu. Prenses ise sarhoş olmuşçasına salaklaşmış, titreyen vücudu ile bedenini majestelerinin yapılı bedenine yaslamıştı.
"Senin sadece bana ihtiyacın var prenses, sadece benim adımla inlemeye ihtiyacın var. Başka kimseyi düşünmeye cüret bile etme."
selamlar, uzun süre olmadığım için son kısım aslında ufak bir hediye.
:)