《 Bencil Ölüm 》
Sukuna dudaklarından tükürürcesine çıkan sözlerden sonra kralda belirmeye başlayan öfkeyi keyifle izliyordu. Arkasına yaslandığı sırada kaşları kalktı hafif bir şaşkınlıkla.
"Hm.. bu beklenmedikti."
Kralın yüreği öyle bir öfkeyle dolmuştu ki konuşmak istese dahi kelimeler boğazından ulaşmıyordu dudaklarına. Yüzü kızarmış, çenesi kasılmış, boynunda beliren birkaç damarla birlikte kalın kaşları olabildiğince çatılmıştı. Gözüne gözüken manzara sukunaya bir gorili andırsa da gülüşünü içten içe bastırmıştı. Çünkü durumlar pek de iyi sayılmazdı, içindeki bu sinir devam ettiği sürece insanlıktan çıkıp, şeytanlığı da aşıp sikik ve kontrol edilemez bir yaratığa dönüşecekti. Elbette, kendi alanında olsaydı bu onu etkilemezdi, mümkünatı dahi olamazdı. Ama burası onun ezberinde olandan başka kulvarlardı.
Burası, şeytan yuvasıydı.
Çığırından çıkan her duygu dışarıya vuruldukça, lanet onları yakalar ve kendi benliğinden kopartana kadar bırakmazdı.
Mevsimini bekleyen duygular, zamanı geldiğinde zapt edilemezdi.Prenses endişeli bakışlarını babasına çevirmiş, onun bir karın ağrısı yaşadığını fark etmişti çoktan. Ayakta olan kral birkaç adım geri gittikten sonra yere düşmüştü. Geniş ve yuvarlak gözleri kan çanağına dönmüş, boynu eziliyormuş gibi derisi hareket ediyordu.
Genç kız korkuyla ayaklandı ve babasına doğru ilerledi. Yere çöküp titreyen ellerini babasının vücuduna götürdü ama nereye yerleştireceğine bile emin olamamıştı. Gözleri dolarken yardım istercesine büyük imparatora baktı.
"Majesteleri, lütfen bir şey yapın!"
Sukunanın kaşları havaya kalktı alayla.
"Onu bu hale keyif alarak getiren benim, neden yardımcı olayım?"
Ellerini iki yana, bilmiyorum, anlamında açtı ve omuz silkti hafifçe.
"Ülkeyi yıkmayı arzularken birden amansız bir şekilde kralı hastalanıyor.. Benim için daha kârlı bir durum olamazdı."
Kral hala can çekişirken ve prenses ona yaş akan gözleriyle bakmaya devam ederken kolunu kaldırıp elini açtı ve yumruk yaptı. Kalın sesine yüklediği alaycıl ton prensesin tüylerini ürpertti.
"Tamamiyle avucumun içindesiniz.. Değil mi?"Genç kızın endişeli bakışlarının yerini öfke aldığında sukuna duraksamıştı. Yavaşça havada tuttuğu elini indirdi ve sandalyesinden kalkıp yerde yatan bedene ve kıza ilerlemişti ağır adımlarla. Kralın durumunun ne kadar ciddi olduğunun farkındaydı, 1 saniye geç atılmış bir adımın onun canına neden olacağının bayağı bir farkındaydı. Fakat sukuna, bu durumda işini şansa bırakmakta oldukça hevesliydi. Oraya ilerleyene kadar, ölecek mi yoksa yaşayacak mıydı? Bu sadece ufak bir kumardı.
Prenses, çatılı kaşlarıyla majestelerine içinden küfürler ediyordu hızlı olması için.Sukuna yere çömeldi ve ince kemikli parmaklarını krala uzattı. Genç kız dikkatle, gözyaşları içinde izliyordu ve bekliyordu olacakları.
Elini düz tutmuş, ani bir şekilde delicesine titreyen kralın göğsüne saplamıştı keskin bir bıçağı andırırcasına. Prensesin karşılaştığı manzara ile yüzüne sıçrayan babasının kanları, nefesinin kesilmesine neden olmuştu.
Sukuna elini daha da derine iterken kralın göğsünden yere kanlar damlamaya başlamıştı. Yüzündeki gülümseme genişlerken bedenin kalbini avucu içine aldı ve bir hışımla çekti. Acıdan sızlanan kral, bir duvar kadar hareketsiz kalmıştı. Kızarmış gözleri tavana odaklı, dudakları aralık bir şekilde kalakalmıştı. Yavaşça rengi solarken prenses elini ağzına götürdü çığlık atmamak için. O kadar sert kapatıyordu ki dudaklarını, tırnakları tenine batıyor ve iz çıkarıyordu.
Bundan oldukça haz alan beden elinde hala yavaşça atmaya devam eden koyu mora dönmüş kalbi göstermek istercesine prensesin önünde tuttu.
"İstediğin gibi, onu kurtardım prenses. Artık canı yanmıyor."Genç kız bir kanlar akan kalbe, bir de yerde cansız yatan babasına bakıyordu. Kendi kalbi delicesine atarken kralın kalbinin lekelenmiş bir şekilde karşısındaki adamın elinde olması gerçeğine katlanamıyordu. Babası her ne kadar onu defalarca yaralasa, parçalasa bile o hala kanından ve canındandı. Sahip olduğu tek insan olduğunu düşünüyordu, hiç sahip olamamasına rağmen.
Prenses ağzını açıp bir çift laf etmek istese de ne diyeceğini bilmiyordu. Körüklenen öfkesinden mi yoksa hüznünden mi yakınmalıydı, emin değildi.
Sukuna bir cevap alamadığında nefes verdi ve sakince elindeki kalbi ölü bedenin yanına bıraktı. Elindeki kanları üstüne gelişigüzel silerken kaşlarını merakla kaldırıp prensese baktı.
"Ne düşündüğünü tahmin edeyim."
Kıvrılan dudaklarıyla konuşmaya devam etti.
"Başka kimsem kalmadı.. o son olarak sahip olduğum tek insandı. Ah, onu fazla fazla sevmiyordum ama yanında durmama izin veren başka biri yok. Ben, yapayalnız kaldım."
Genç kızın değişen yüz ifadesinden haklı olduğunu çıkarıyordu. Kalın kahkahası salona yayıldı.
"B-ben.. onu seviyordum-"
Sırıttı imparator ve sözünü kesti.
"Sen aslında bayağı bencilsin, prenses. Babanın bu halini gördüğünde paniklemenin tek nedeni acizlik içinde yalnız kalmaktan korkman. Varlığını başka kabul edecek biri olmadığı için endişelisin. Eh, sonuçta tahtı bile alamazsın, çünkü bütün insanlarınız ve akrabalarınız seni zayıf bir bok parçası olarak görüyor. Baban olmazsa öldürülürsün."
Elini kızın yanağına götürdü ve baş parmağı elmacık kemiğinde gezintiye çıktı.
"Bunları düşünüyorsun çünkü sana sadece ve sadece hayatta kalmak öğretildi. En büyük korkun ölüm."
Bir süre sessizlik devam ettiğinde dudakları tekrar aralandı.
"Annen gibi.. yapayalnız ölmekten korkuyorsun."OFFFFFFF
neyse telafi ederim
:3