Sözlerim yarıda kalmıştı. Çünkü arabaya binen Esin değil, Mahir'di.Hayatım bir bilinmeyenli denklem, bilinmeyeni ise oydu. Çözemiyordum, nereye koyacağımı bulamıyordum.
Benim afallamamdan faydalanarak arabayı çalıştırıp sürmeye başlamıştı.
Dişlerimin arasından sinirle "Napıyorsun! Durdur arabayı!" dedim. Beni dikkate almışa pek benzemiyordu, gözlerini bir kez bana değirmeden düz bir ifadeyle yola bakıyordu.
"Kemerini bağla."
Bir de beni düşünüyor gibi mi yapıyordu?
"Sen manyak mısın? Nereye götürüyorsun sorgusuz sualsiz? Kendinde misin?"
Eliyle sertçe yüzünü sıvazlayıp kısa bir an bana bakarak tekrar önüne döndü.
"Mihri, lütfen.. Konuşmamız lazım, anlatmam gerekenler var. Gidelim, sakince konuşalım. Söz veriyorum, istediğin an seni geri getireceğim."
Evlerimiz yan yanaydı. Daha birçok kez aynı ortamda bulunmak zorunda kalacak, uzunca bir süre hep karşılaşacaktık. En iyisi şimdiden konuşmak, aklımdaki bütün soru işaretlerini yok etmek ve ona dair aklımda, zihnimde hiçbir şey bırakmamaktı.
"Tamam, konuşalım. Nerede konuşacağız?"
Cümlemi duyar duymaz dönüp şaşkınlıkla gülümsedi. Büyük ihtimalle o sözleri ederken kabul edeceğimi düşünmüyordu. "Teşekkür ederim kendimi açıklamama izin verdiğin için. Sessiz sakin bir yerde konuşmak istedim. Bizim tepeye gidiyoruz."
...
Mahir arabayı tepedeki uçurumun hemen önünde durdurduğunda kemerlerimizi çıkarıp birbirimize döndük. Bunca yıl sonra yine beraberdik ama birer yabancıydık. Ne söyleyeceğini, hangi bahaneyle kendini aklayabileceğini çok merak ediyordum. Çünkü benim gözümde hiçbir bahane onu aklamaya yetmez, katran karasına çevirdiği kalbimi temizlemezdi.
Uzun sessizliğimizin ardından boğazını temizleyip gerginlikten olduğunu tahmin ettiğim titrek sesiyle söze girdi "Uzun zamandır bu konuşmayı planlamama rağmen söze nasıl başlanır, nasıl sana kendimi açıklarım bilmiyorum. Tek bildiğim ne dersem diyeyim içini soğutamam, kendimi affettiremem ama mecburdum Mihri. Yüreğim yanıyor. Ben yanarken seni de yaktım farkındayım." Titriyordu, yüzünde acı çeken bir ifade vardı.
İfadesiz gözlerimle onu izledim birkaç saniye boyunca. Aklar düşmüş saçlarına, gözlerinin altındaki morluklara, kirli sakallarına ve yılların doldurduğu gamzelerine baktım defalarca "Herkes bir şeylere mecburdur zaten. Gidenler gitmeye, kalanlar kalmaya, affetmeyenler affetmemeye.." dudaklarımı büktüm usulca ''Gidişini anlarım, sevmeyişini anlarım Mahir de bana o sarfettiğin onca sözü ne unuturum ne affederim.''
Dik duruşuma, yüzümde mimik oynamadan soğukkanlılıkla sarf ettiğim onca söze afalladı. Dumura uğradı. O, karşısında sürekli ağlayıp zırlayan, kendini bile savunamayan, kendi düşüncelerini söylemekten çekinen aciz küçük kızı görmeye çok alışıktı. Anlaşılan aradan yıllar geçtiğini fark etmeden karşısında aynı kızı bulacağını, onu affedeceğimi, boynuna atlayacağımı falan sanıyordu. Komikti. Şu anda karşısında duran kadın ona kahkahalarla gülüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİHRİMAH
RomanceMecburiyetlerinin altında kalmış bir adam ile aşkı kendinden büyük kadının hikayesi. ... "Sen çıplak ayaklarınla koşa koşa bana geldin ama o yol kanatır be yavrum, acıtır. Sen kanama diye kanamaya da razıyım ben. Özür dilerim... Çok özür dilerim. Me...