yirmi sekiz

849 121 43
                                    

Yanıma gelen küçük köpeğin kafasını okşarken sahibinin olabileceğini düşünüp etrafıma bakındım bana doğru koşan bir kız görüp sahibi  olduğunu anladım. Oturduğum yerde pozisyonumu değiştirmeden otururken kız çoktan yanıma gelmişti.

"Korkutmamıştır umarım, elimden kaçtı bir anda." derken köpeği çoktan kucağına almıştı. "Bu sevimli şeyin beni korkutabileceğini sanmıyorum." dedim.

"Adı Lucy." derken kucağında ki köpeğin başını okşamaya devam ediyordu.

"Güzel isimmiş." diyerek önüme döndüm. Tatlı bir kıza benziyordu ama onunla sohbet etmek yerine yalnız kalmak istiyordum.

Hyunjin'le geldiğimiz sahile gelmiş oturduğumuz yere yanımda olmasa bile onun yanımda olduğunu hayal etmek evde odamda ağlayıp yatmaktan daha iyi hissettirdiği bir gerçekti.

Neyse ki kız da çok zorlamamış ve el sallayarak yanımdan ayrılmıştı. Onu çok fazla özlüyordum ve o günden beri ne sesini duymuş ne de ondan bir haber almıştım. İsteyerek yapmamıştım evet ama bu suçlu olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Kendimi affettirebilir miyim bunu da bilmiyordum ama her yolu deneyeceğim kesindi.

O günden sonra bara gidip o fotoğrafları kimin çekip Hyunjin'e attığını öğrenmek istemiştik ama oranın sahibi bizim yüzümüzden kapıdaki bodyguardı kovmuştu. Anladığım kadarıyla bodyguard San'ın arkadaşıydı ve reşit olmamamıza rağmen bizi içeriye almıştı. İş yeri sahibi de biz oraya gidince bunu fark etmiş adamı kovmuştu. Bizim yüzümüzden birinin kovulmasına üzülsem de daha fazla üzüldüğüm şeyler vardı.

Hyunjin'in yokluğu.

Parmağımdaki yüzükle oynamayı bırakıp kararmaya başlayan gökyüzüne doğru kaldırdım elimi. Kendimi kumların üzerine bırakıp uzandım. Elim hala havadaydı, sanki gelip elimi tutacak gibi hissediyordum.  Yoktu ama işte. Benim aptal bir hatam yüzünden yoktu. Buraya gelmesine bir kaç günden az zaman kalmıştı.

Beni görmek istemeyecek diye her zerrem korkuyordu. Onu kaybetmektense ölmeyi tercih ederdim. Evet evet onsuz olmaktansa ölmek daha iyiydi. Belki kaçış gibi ama çok da güçlü olduğumu söyleyemezdim.

Kalkıp yürümeye karar verdiğim sırada tanıdık bir sesin adımı söylemesiyle arkama döndüm. Ablamın burada ne işi olduğunu sorgulamayı bırakıp kollarımı ona sardım. Elindeki poşeti yere bırakıp o da kollarını bana dolamıştı.

"Jeong yapma ama böyle bebeğim." derken saçlarımı düzeltip göz yaşlarımı siliyordu. Bense yanımda beni seven birinin verdiği rahatlıkla sanki her gün ağlamıyormuşum gibi ağlıyordum. Ağlamaktan cevap veremiyordum bile.

Ablam bileğimden çekip beni az önce oturduğum yere geri oturmuş sakinleşmemi bekliyordu. Artık göz pınarlarımın kuruduğunu hissedene kadar ağlamıştım. Deli gibi pişmandım ama yapan kişi ben değilmiş gibiydi de.

Fotoğraflar olmasa belki sadece Wooyoung'un yaptığı saçma aptalca bir şaka zannederdim. Çünkü gerçekten hiç bir bok hatırlamıyordum.

İçtiğim dördüncü bardaktan sonra yanıma gelen kızı kısa saçlı ve sırf gözünün altında Hyunjin'in o kusursuz benine benzeyen ben var diye Hyunjin sanıp dudaklarına yapışmışım. Changbin'in fark etmesiyle San ve Wooyoung kız beni öptü sanıp kızı itmişler ama ben Hyunjin olduğunu düşündüğüm için 'hyunjini ne diye itiyorsunuz' falan diye bağırmışım.

Hayatımın en kötü gecesi olabilirdi, gerçekten.

"Onu  çok özlüyorum." diyerek sonunda ağzımı açmıştım. Kafamı ablamın dizlerine koymuş uzanıyordum öylece kumun üzerinde. Ablam saçlarımı okşarken "Az kaldı dönmesine Jeong, emin ol seni dinleyecektir. Seni ne kadar önemsediğini hepimiz biliyoruz." demişti.

"Ya beni affetmezse. Bir buçuk ay oldu, hiç özlemedi mi beni? Benimle hiç iletişim kurmadı. Nasıl olduğunu bile bilmeme izin vermiyor, nasıl olduğumu merak etmiyor. Hyunjin benden bu kadar uzak kalamazdı. Ya beni unuttuysa?" dedim .

Olabilir miydi? Beni unutmuş olabilir miydi gerçekten? Ah hayır düşünmek bile istemiyorum. Onsuz ne yaparım onu bile bilmiyordum. Ablam saçlarımı okşamaya devam ederken "Bunları düşünmeyi bırak artık, bir kaç gün içinde karşılaşacaksınız zaten ve bütün sorularına cevap alacaksın aynı şekilde o da. Her şeyi tüm şeffaflığıyla anlat ona tamam mı? Fazla üzerine gitme, tüm gerçekleri senden öğrenecek ve bunlardan sonra zamana ihtiyacı olabilir tamam mı?" demişti.

Ablamın dizlerinden kalkıp yanına oturup dizlerimi kendime çektim. Ablam hala bacaklarını uzatmaya devam ederken yanındaki poşetten bir kutu uzattı. İlk başta bira sanıp itsem de meyve suyu olduğunu görüp aldım. Kendisi de bir kutu açıp içerken "Oldukça zayıfladın Jeong, beslenmene dikkat etmiyorsun hiç. Her gün gelip kontrol edemiyorum seni biliyorsun, lütfen düzgün beslen. Yapamıyorsan dışarıdan sağlıklı şeyler sipariş edebilirsin. Buzdolabının üzerinde bir sürü yerin numarası var." diyerek azarlamıştı beni.

"İstesem bile fazla yiyemiyorum gerçekten. Ayrıca yemek yapmayı öğrendim sayılır. Çok harika yaptığım söylenemez ama yine de güzel şeyler ortaya çıkarabiliyorum. Hyunjin gelince ona sürpriz yapmak istiyorum. Ona güzel yemekler hazırlayıp şaşırtacağım." derken istemsizce gülümsemiştim.

Bir süre daha oturduktan sonra ablam geç olduğunu söyleyip kalktı. Biraz daha kalmak istediğimi söylesem de beni eve bırakacağını söyleyip beni de zorla kaldırmıştı. Arabaya binip kemerimi taktığımda çok uzak olmayan evimize doğru sürdü arabayı.

Arabadan ineceğim sırada sitenin önünde tanıdık bir araba ve iki tane valiz görünce kim olduğuna bakmak için arabadan çıkıp o yöne ilerledim. Ablamın da arkamdan geldiğini fark etmiştim.

"Jeong dur gitme." dediğinde ablama dönmüştüm ama bana sadece endişeli gözlerle bakmakla yetinmişti.

Kafamı tekrar arabaya çevirdiğimde ise arabadan inen kişinin Hyunjin olduğunu fark etmem uzun sürmemişti.

O  farklıydı. Beni fark etmemişti bile. Arabanın içinden inen kız Hyunjin'e gülümsemişti, Hyunjin ise buna karşılık elini kızın omzuna koyup gülümsemişti.

Bacaklarımın artık beni taşıyamayacağını hissettiğimde kendimi yere bırakmıştım. Söylemek istediğim o kadar şey varken ağzımdan çıkan tek şey ise "Hyunjin." olmuştu.

the elysian fields | hyunin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin