Lan WangJi, eve girdiğinde biricik sevgilisi zaten kapının önündeydi. Wei WuXian her zaman onu karşıladı; bazı zamanlar kapının önünde bekliyordu, bazen geldiğini söylediğinde heyecanla oturma odasından çıktığı için kayboluyordu ya da çok hızlı çıktığı için nerede olduğunu kestiremeyip kafasını duvara vuruyordu. Buna rağmen yine de gülümsedi ve kocasını büyük bir sevinçle karşıladı.
Bugünü diğer günlerden ayıran, sevgilisinin yüz ifadesiydi. Biraz buruk bir üzgünluk vardı yüzünde, bu da Lan WangJi'nin kalbine kısa süre sonra yeşerecek bir endişe tohumu ekti. "Wei Ying, ben geldim." Kocasının gözleri onun olduğunu düşündüğü yere yönelirken yüzüne yalancı bir gülümseme oturdu. "Lan Zhan, hoş geldin."
Elleri yere sürterek duvarı buldu ve oradan destek alıp ayaklandı. WangJi, kocasının elini tutup onun olduğu yöne dönmesini sağladı. Kolların ona sıkıca sarılması, aşkının kafasını usulca boyun girintisine yerleştirmesi; adamın gerçekten evdeymiş gibi hissetmesini sağladı. "Hoş buldum."
Bacakların ona sarılmasını sağladı ve dikkatli adımlarla oturma odasına ilerledi. Koltuğa yerleşip derin bir nefes verdi. Bu sırada normalde eve girdiği an yaşadığı şeyleri anlatan kocası hala suskundu, hala ona sokulmuş bir vaziyetteydi. Sabırla bekledi, bir yandan kocasının canını sıkan şeyin ne olduğunu düşündü. Sessiz, huzur dolu sarılmanın sonunda:
"Lan Zhan... Yüzüne dokunabilir miyim?" O kada kısık çıkmıştı ki, bir an Lan WangJi biraz daha sessiz olsa o güzel tınının kalbinin şiddetli atışıyla kaybolacağını düşündü.
"...Mn." Sığındığı yerden, kocasının boyun girintisinden, çıktı. Elleri göğüsünden boynuna, boynundan yüzünün iki yanına sürterek geldi. WuXian titrek bir nefes alırken gözlerini bilmeden kocasının gözlerine sabitledi. Bu, Lan WangJi'nin bir süreliğine nefes alamamasını sağladı. Güzel, kara bulutların sarmaladığı gözleri onun bal sarısı gözleri yerine koca bir karanlığı izliyordu. Nadiren gözlerini buldular ve bu zamanlar WangJi için en değerli zamanlar oldu. Sonsuzluk gibi hissettirdi ama aynı zaman da o kadar kısa bir süreydi ki, tek nefeste kayboldu.
İnce parmaklar ilk önce elmacık kemiklerini gezdi, sonrasında o çıkık kemikkerden keskin burnunu, yumuşak dudaklarını ve tereddüt ederek gözlerine ulaştı. Tüm bu zaman boyunca sanki yanlış bir şey yapacakmış, değerli bir eseri mahvedecekmiş gibi nazikçe gezdi parmakları. Bir yandan aklında kocasının figürünü çıkartmaya çalışıyordu ve bazen istediği şeyi söyleyemiyormuş gibi dudaklarını aralıyordu. Lan WangJi, kasvetli sessizliği bozmak için dudaklarını araladı.
"Wei Yin-"
"Lan Zhan... Bu oda düşündüğüm kadar kocaman mı? Bazen yürürken nerede olduğumu unutup panikliyorum, dizimi çarpıyorum." Kurumuş dudaklarını yaladı. Boğazında dizilmiş sözcükler odayı doldurdu. "Köpekler neye benziyor, aklımdakiler kadar korkunç mu? Ağaçlar... senden bile mi uzun? Deniz ne kadar derin? Dağlar ne kadar büyük olabilir ki?"Lan WangJi titrek bir nefes alır, kocasının titreyen elleri iki yanına düşer.
"Çimenler ne renk? Her gün cildimi ısıtan güneş göz alacak kadar nasıl parlayabiliyor? Bana aldığın çiçekler koktukları kadar güzeller mi? Şu an gördüğüm tek rengin adı ne? Gökyüzü nasıl açılıp kapanıyor?" Alt dudağı aynı sesi gibi hafifçe titremeye başlar. "Gözlerin ne renk?" Bir yaş yanağı okşayarak süzülür. "Seni görmek istiyorum. Lan Zhan, barındırdığın renklerin neye benzediğini görmek istiyorum..."
WangJi, kollarını titreyen bedene sardı. Onu kendine bastırırken yutkundu. Dudakları sessiz cümlelere açılıyor, kollarındaki bedeni teselli edecek cümleleri arıyor. Berbat hissediyor çünkü güneşini bu karanlıktan kurtaramıyor.
…
Twitterımda kalan bir kurguydu, orada çürüsün istemedim. Bayağı sonra buraya atmak aklıma geldi, kısa ama güzel olduğunu düşünüyorum :')
Twt: @/letsgowangxian
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zifiri Aydınlık [MDZS/WangXian]
Hayran KurguLan WangJi, eve geldiğinde Wei WuXian onu her zaman sevinçle karşıladı.