2 şubat 2016
petersburg'un gecekondu mahallelerinden birinde küçük bir daire tutmayı başardım.
bunda kim'in bana havaalanında verdiği çantadaki paraların da büyük katkısı vardı. onlar sayesinde kimsenin adımı sormadığı sessiz bir mahallede yalnız başıma işkencemi çekiyordum.
o gideli iki ay olmuştu, onsuz bir gün yaşayamam diye düşünürken iki ay bir nefes gibi gelip geçmişti. o öldüğünden beri kimseyi öldürmedim. çünkü yeterince kan bulaştırmıştım ellerime.
31 aralık 2015. o gün sırf o ölmesin tam otuz yedi kişiyi öldürdüm. otuz yedi kez lanetlendim. ama otuz yedi kişiyi öldürmek tanrının hediyesini geri almasına engel olmadı.
hediyem gitti, iki aydır benden çok uzakta. bense rusya'da varolduğunun farkında bile olunmayan bir mahallede sefil bir hayat yaşıyorum.
bir ay boyunca ilk haftalarda başkente adımımı atmadım, interpol gerçekten işin içine girdiyse kgb beni aramaya başlardı bu durumda da ilk hedefleri başkent olurdu. sessizdim, yalnızdım ve saklanıyordum. saklanmak istiyordum, buna mecburdum. doyoung gibi öylece terk etmek istemiyordum anılarımızı. o da istemezdi, biliyorum ama hayat herkese adil davranmıyor.
ölmeyi isterdim, ikimizin de ölmesini. çünkü eğer ölen ben olsaydım şimdiki benden daha kötü halde olurdu ve ben onsuz ölü bir hayat yaşıyordum. ikimiz de ölseydik ikimiz de anılarımıza veda etseydik, belki başka hayatlarda çok daha mutlu olurduk belki daha erken bulurduk birbirimizi.
ankesörlü telefon çalmaya başladığında düşüncelerimden sıyrılıp telefonu kulağıma dayadım. beni yalnızca kim arardı, ondan başkası da nerede olduğumu bilmiyordu. yine de konuşmadan önce hattan ses almayı bekledim.
"jeong. orada mısın?"
tanıdık ses kulağıma ulaştığı anda cevap vermeden önce tereddüt ettim. nedense hattın diğer tarafında yalnız olmadığını hissediyordum.
"buradayım."
ama her şeye rağmen cevap verdiğimde beni geren sessizlik geri geldi.
"sana bir şey söylemem gerek."
"dinliyorum kim."
karşı hattan birkaç kıyafet hışırtısı kulağıma geldi hemen ardından hızla verilen birkaç nefes. o yalnız değildi.
"biliyorlar, nerede olduğunu biliyorlar. kaç oradan jaehyun çabuk-"
"jennie!"
telefonun bir silah sesiyle kapanmasıyla birlikte ne olur ne olmaz diye her zaman hazırda tuttuğum çantamı alıp sokağa fırladım. başımdaki şapkayı iyice öne çekerek yürürken özellikle dar sokaklardan ilerliyordum. kaçmak zorundaydım ve bu kez kim benimle değildi. işimi yalnız yapmak zorundaydım, yine.
hurdalığa gidip sırf eski olduğu için oraya bırakılan bir araba aradığım sırada aniden karşıma çıkan kişiye ateş ettim. otuz sekiz diye mırıldandım. ama hayır artık doyoung için öldürmüyorum. sayaç sıfırlandı.
"üzgünüm eski dostum ama beni aramaman gerekirdi."
üzerindeki kulaklık ve telsizi kendi boynuma asıp cebindeki anahtarı aldığımda kcia tarafından ona atanmış arabaya bindim. aslında tehlikeliydi, içinde izleme cihazı bulunan bir arabaya binmek. ama aynı zamanda da görevli araçtı, yani rusya polisi beni asla durdurmayacaktı. kızıl meydan'ı geçtikten sonra izleme cihazını rastgele bir yere bırakıp ülkeden çıkacaktım. basit bir plandı, uygulaması kolaydı. başka bir ajanla karşılaşmazsam kolayca kendime başka bir ülke bulabilirdim. avusturya gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rána
Fanfictionher şey bittiğinde ben yine sendeydim, sende ve senin o muhteşem yara izlerinde. ©bittersv