iğrenç fayanslara dökülen güzelim saçların

107 22 23
                                    

7 aralık 2015

"haberlerdesin jeong. herkes seni arıyor ve tabii senin yanında beni de."

"ellerimi bu yüzden mi açıyorsun, gidip başını beladan kurtarayım diye mi?"

"gitmeyeceğini söylediğin için açıyorum, ellerini daha fazla bağlı tutmam için bir sebep yok."

"bana güvenme seni öldürmek için gönderilen kişiyim ben."

"bunu senden daha iyi biliyorum ve bildiğim bir şey daha var."

anahtarı kelepçenin kilidinde çevirirken yüzü bana çok yakındı. çillerini daha iyi seçebiliyordum şimdi.

"beni öldürmek için sayısız fırsat geçti eline ama yapmadın."

kısık bir klik sesinin ardından boşta kalan ellerime uzun uzun bakıp arkasını döndü. masada bıraktığı kazağı üzerime atıp kapıyı kapatmadan önce son kez bana baktı.

"sen beni öldürmeyi istemiyorsun jeong. isteseydin sana kelepçeyi taktığım an o kelepçeyle boğardın beni. ve ben de seni kelepçeli görmek istemiyorum. seni öldürmek de istemiyorum bu yüzden lütfen beni buna mecbur edecek bir şey yapma."

"katillere güvenir misin sen?"

"unuttuysan eğer hatırlatayım ben de bir katilim. aksi takdirde kcia'ye asla giremezdim öyle değil mi?"

verdiği lacivert kazağı giyip olduğum yerde oturmaya devam ettiğimde bana son kez soğuk bir bakış atıp geldiği gibi kapıyı sessizce kapatıp gitti.

bu kadardı, birkaç gün önceki konuşmamızdan sonra hep böyle davranır olmuştu, konuşmaları kısa kesiyor, her seferinde net cümleler kurup karşılığında da net cevaplar istiyordu. ama ben onun istediği her şeyi verecek bir hizmetçi değildim. bu yüzden karşı koyan tavrım onu sinirlendiriyordu ve ne zaman sinirlense gözlerini devirip dudaklarını ısırıyordu.

sürekli siyah giyen bu adamı yavaş yavaş çözüyordum. ruhunda bir yerlerde bir sökük vardı, bazen buluyordum bulduğum anda da hızla ipi çekip onu gözler önüne sermek, zayıflatmak istiyordum. yavaş yavaş da başarıyordum çünkü sürekli son sözü söyleyip daha fazla konuşmak istemezcesine beni yalnız bırakıp gidiyordu.

ama bu kez kaçmasına engel olacaktım.

kapattığı kapıdan çıkıp eve bakınmaya gittiğimde onu mutfakta buldum. küçük bir tencerenin içinde pirinç pişiriyordu bir diğer tavada ise sebze kavuruyordu. belimi kapıya yaslayıp onu izlemeye koyuldum. yemek yapmayı bilen birinin sakinliği vardı üzerinde öyle mutfakta telaşa kapılanlardan değildi. eli lezzetliydi, bunu biliyordum zaten beni evine konuk ettiğinden beri her gün onun yemeklerini yiyordum.

"öyle dikilip izleyeceğine havuçları dilimleyebilirsin."

yüzüme yerleşen gülümsenin sebebini ben de bilmiyorum, neden dediği yapmak için elime bir bıçak aldım onu da bilmiyorum. ikimiz yan yana tezgahta çalışırken göz ucumla onu kontrol ediyordum. gözleri ocaktaki tavalarda gidip gelirken bazen de elimdeki bıçağı süzüyordu. hiçbir şey söylemeden havuçları dilimleyip ona verdikten sonra sebzeleri biraz da ben kavurdum.

tuhaftı, yani uyumlu olmamız. bir orkestradaki enstrümanlar gibi hatasız çalıyorduk. hoşuma gitmişti.

sonunda yemeği hazırlayıp yemeye koyulduğumuzda bu kez sessizlikte uyum sağladık. şef sus demiş gibi suskunduk ikimiz de. bu, daha çok hoşuma gitmişti.

"yapmayacağım."

ama gürültü çıkarmak da hoşuma giderdi, özellikle sessizlik ikimiz arasında oluşurken.

ránaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin