17 haziran 2014
"hadi bir el daha!"
kollarımı bitiştirmiş sinirli ifademle seo'ya baktığımda sigaramı indirip kulağına yaklaştım.
"gizlenmek zorunda olduğumuz bir ülkede bir el daha rulet mi oynamak istiyorsun seo? yürü işine, dışarda olmamız gerek."
"hadi ama jeong lütfen."
"önünü topla, iki dakikaya buradan çıkıyoruz."
masanın etrafındaki gözleri seo'nun rubleleri masadan toplayan ellerini dikkatle izlerken gergince başımı çevirip kumarhaneyi süzdüm. kapı girişinde iki iri cüsseli rus'un dikildiğini gördüğümde aklımdan geçen tek şey buraya asla gelmememiz gerektiğiydi. kendine güvenen adımlar atıp kapıya yaklaştığımızda tam da korktuğum gibi o iki adam önümüze çıktı. sigaramı söndürüp küllüğe fırlattım.
"rulette şansınız döndü baylar peki ya rus? denemek ister misiniz?"
sarı saçlı olan bozuk ingilizcesiyle konuştuğunda yüzümü buruşturup oynamayacağımızı söyledim. diğeri buna bir hayli sinirlenmiş gibiydi, uzun ceketini sıyırıp belindeki altıpatları gösterdiğinde sıkıntılı bir nefes verdim.
rus ruleti adını ilk defa oynandığı ülkeden alan ölümcül bir kumardı. ve ben bu ölümcül kumarın tam içine düşmüştüm.
oyun aslında çok basitti. altıpatların topuna yalnızca bir mermi yerleştirilir ve oynayanlar sırayla silahı şakaklarına dayayıp tetiği çekerlerdi. mermi topa yerleştirilir ve top hızla çevrilirdi böylece hiç kimse merminin nerede olduğunu bilemezdi. ve işte karşımdaki iri yarı adam silaha mermiyi yerleştirip şakağına dayamıştı bile.
gergin sessizliği bozan klik sesinin ardından adam istifini bozmadan silahı seo'ya uzattı. yüzünde her ne kadar korumak istediği o soğukkanlı ifadesi olsa da korktuğu apaçık ortadaydı. korkusunun artmasında etrafımızda çoğalan kalabalığın da payı vardı elbet. ama yine de silahı elleri titremeden şakağına dayayıp tetiği çekti.
aynı klik sesi ve sonrasında gelen sevinç çığlığının ardından silahı bana uzatırken bu kez korkan bendim.
"sakin ol yeter jae."
"eğer bana denk gelirse seni öldürürüm youngho."
vücudumun soğuduğunu hissedebiliyordum, parmaklarım çoktan renklerini kaybetmiş tırnaklarım mora çalmaya başlamıştı. dilim kurumuş, beynim o an çalışmayı reddetmeye başlamıştı. şakağıma dayalı soğuk metalin beni öldüreceğinden emindim.
ama belki de tanrı beni o gün öldürmek istememişti.
aynı klik sesi üçüncü kez duyulduğunda rahat bir nefes verip silahı yanımdaki sarı saçlı adama uzattım. bozulmuş bir şekilde silahı eline alırken onun da benim öleceğime inancının tam olduğunu anladım. tanrıya teşekkür mırıldandım. şimdi önümüzde üç ihtimal vardı.
birincisi: silah sarışında patlayacak, diğeri de bizi öldürmek için şimdiye kadar belli etmediğini düşündüğü tabancasını çıkaracak ve çıkardığı an ben ikizlerimi çıkarıp onu delik deşik edecektim.
ikincisi: silah sarışında patlamayacak, sıra kahverengi saçlıya geçecek onda patlayacak ve birinci ihtimaldeki senaryo tekrarlanacaktı.
üçüncüsü: silah sarışında ve kahverengi saçlıda değil seo'da patlayacak ilk iki ihtimalde olduğu gibi ruslar değil ben zararlı çıkacaktım. o an sarışın silahı boynuna dayamıştı bile. derin bir nefes alıp sarışına baktığımda merminin şakağına dalması için dua ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rána
Fanfictionher şey bittiğinde ben yine sendeydim, sende ve senin o muhteşem yara izlerinde. ©bittersv