31 aralık 2015
sevdiğim besteler kulağıma dolarken aydınlatma olmayan o en arka koltuklarda oturmuş doyoung'u izliyordum. hemen yanımda oturması umrumda değildi orkestrayı değil onu izliyordum. hep hayal ettiğim bir andı, dvořák çalarken onu izlemek. kafasına yüzünü gizlemek için siyah bir şapka geçirmişti, hafiften uzamış saçlarıyla televizyonların anlattığı katile benziyordu ama bu hali hoşuma gitmişti. bir elimi yanağına uzattığımda elimi havada yakalayıp aşağı indirdi.
"arandığımızı unuttun sanırım."
"unutmuşum."
yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirip yanağımı öptükten sonra başını omzuma yaslayıp elimi sıktı. başımı çevirip çevreyi süzmeye başladığımda tanıdık birkaç yüz gördüğüm anda istemsizce doyoung'un elini sıktım. başını omzumdan kaldırdığında kulağına eğilip birkaç ajanın burada olduğunu söyledim.
"bitene kadar bekleyelim. kalabalıkta izimizi kaybettiririz."
onu onaylayıp yeniden omzuma yaslanmasına izin verdim. başımı çoğunlukla öne eğip yüzümü gizlemeye çalışıyordum bir yandan da ajanlara göz gezdirip bizi fark edip etmediklerini anlamaya çalışıyordum. dördüncü bölüm de bitip orkestra selam verdikten sonra salon onları ayakta alkışlarken biz herkesin arasından hızla geçip otoparka indik. doyoung tam önümüzde oturan adamın mercedes'inin anahtarını elinde sallayıp şoför koltuğuna yöneldiğinde onu durdurdum.
"bir yıldır araba sürmediğini söylemedin mi? bırak ben süreyim."
beni dinlemeden kontağı çevirdiğinde ön koltuğa binip silahımın emniyetini açtım.
"nereye gidiyoruz bayım?"
dudaklarıma yayılan gülümsemeye engel olmadan sorduğum soruya karşılık gülerek bana baktı.
"yıldızlara."
verdiği cevap üzerine yanağına bir öpücük bırakıp geri çekildiğimde gözüm dikiz aynasında bizi takip eden araçları yakaladı. başımla işaret edip arabaları gösterdiğimde gaza bastı. araçların camları açılıp bir el ateş edildiğinde pencereyi açıp aynı şekilde karşılık verdim. öndeki arabanın lastiği patlayıp yoldan çıktığında diğerlerine döndüğümde beni sıyırıp geçen merminin sesini duydum.
"jaehyun omzun kanıyor."
"direksiyonla ilgilen beni umursama."
aniden görev bilinciyle yüklenmiştim. kendime düşeni en iyi şekilde yapmaya uğraşıyordum ki bu da peşimizdeki bütün arabalardan kurtulmaktı. bu durumda doyoung'un da direksiyonu en iyi şekilde idare edip izimizi kaybettirmesi gerekiyordu. bir anda cama doğru savrulduğumda koltuğa eğilip arabaya açılan ateşten kurtulmaya çalıştım. şimdi kovalamacaya paris polisi de katılmıştı.
şehir meydanından hızla geçip gittiğimizde araba her geçen saniye daha fazla kurşun yiyordu. patlayabilirdi ve eğer patlarsa her şey biterdi. doyoung da bunun bilincindeydi bu yüzden ortalığı birbirine katma pahasına da olsa son gazda sürüyordu. parçalanan camlar ikimizin de yüzünü çizmişti, kesin iz kalacaktı. bir elini direksiyondan ayırıp kanayan yanağımı sildiğinde bize iyice yaklaşan arabanın şoförüne ateş ettim.
sıradan bir polis memuru o gün öldürdüğüm ilk kişiydi ve kesinlikle sonuncusu olmayacaktı.
arabanın camları çoktan inmişti, bize yaklaşan her arabaya içinde kim olduğunu önemsemeden ateş ediyordum. iki, üç beş derken o gün kaç kişiyi öldürdüğümü saydığımı fark ettim. gece yarısı gelmeden on yedi kişinin kanı vardı elimde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rána
Fanfictionher şey bittiğinde ben yine sendeydim, sende ve senin o muhteşem yara izlerinde. ©bittersv