14 aralık 2015
"jeong, bastille'de orkestra! hem de dvořák çalacaklarmış! yılbaşı gecesinde!"
"tüm kcia ikimizi ararken mi? böyle bir lükse sahip miyiz doyoung?"
tek başıma kaldığım odada bedenimin formunu kaybetmemesi için antrenman yapıyordum doyoung ise küçücük evin diğer ucunda bana bağırıyordu. nefes nefese verdiğim cevapla şınav çekmeyi bırakıp kollarımı başımın altında birleştirip sırt üstü yere uzandım. kısa süre sonra da ısrar etmek için odama daldı.
birkaç gün önce kestiğim saçları şimdi daha güzel görünüyordu bana. yumuşak tutamları ellerini dizlerime dayamak için eğildiğinde havalanıyordu. elimi uzatıp o havada asılı kalan tek tutamı düzelttiğimde ayak uçlarıma oturdu.
"koltukları en arkadan alsak, bilirsin o taraflarda pek aydınlatma olmuyor."
nazik tavrım karşısında hemen ayağa kalkmıştı. sağ elim hala terk edememişti saçlarını, kısacık kestiğim ensesinde öylece bekliyordu. parmak uçlarımı tutamlarda gezdirirken kaşlarımı hafifçe çattım.
"paris'te en son on sekiz ajan vardı doyoung, biri şu an senin yanında diğer on yedisi dışarda. yakalanmak için çırpınıyorsun resmen."
"beni zaten yakaladın."
"efendim?"
"ben mutfaktayım."
hızla ellerini dayadığı dizimden ayırıp odadan çıktığında bir süre daha yerde kalıp duymamış gibi davrandığım cümlesini düşündüm. 'beni zaten yakaladın.' tanrım, bu adamın cümleleri beni deli ediyordu.
birkaç gün önceki konuşmalarımızın sonunda belki de en sonunda cesaret ederim diye düşünüyordum ama o beklediğim cesaret asla gelmiyordu. göğsünde ağlamıştım, saçlarımı okşamıştı. bunlar onun için hiçbir şey ifade etmiyor olabilirdi ama benim için gözlerimin önünde ölen annem kadar değerli şeylerdi.
annem öldükten sonra hissizleşen ruhumu yontup şekil veriyordu adeta. sanki yeniden bir şeyler hissedebilirmişim gibiydi. o gün onun kucağında ağlarken boğazım acımıştı yıllar sonra. ne zaman ağlayacak olsam birkaç damla akar giderdi ama o gün nasıl olduysa yaşlarım dinmek bilmemişti. onunla ağladığım içindi belki de. zambak kokusundandı.
o zambak kokusunu odamda bırakıp gitmişti şimdiyse yemeğin hazır olduğunu bağırarak beni kendine çağırıyordu. hızlı bir duş alıp yanına gittiğimde tek kelime etmeden masada beni beklerken buldum.
yüzünü asmış bir şekilde yaptığı çorbayı içerken her yudumda gözlerim üzerindeydi. son zamanlarda kendimi onu izlerken buluyordum şimdi olduğu gibi. onun zambak kokusu çorbanın kokusunu bastırıyordu. kaseyi bitirip yıkadıktan sonra kollarımı birbirine dolayıp kalçamı tezgaha yasladım.
"orkestraya gitmeyi neden bu kadar çok istiyorsun?"
"seni gördüm, bastille'de dvořák dinliyordun. kendini kaybetmiş gibiydin."
masada oturmuş verdiği cevaba karşı ellerimi omuzlarına bastırıp kulağına gidelim dedim.
"gidelim, ama bu kez kendimi kaybetmem."
"bekle."
duraksamayıp yeniden kaldığım odaya gideceğim sırada koridorda beni itip bedenimi duvarla arasına aldı.
"her yöne çekilebilecek cümleler kurup hiçbir şey yapmadan gidemezsin."
"öyle mi? oysa ben seni örnek alıyordum."
boyunu benimle eşitlemek için hafiften çenesini kaldırmıştı. verdiğim cevapla yutkunup geri adım atmak istese de bu kez onu ben durdurdum. çekilmek için hamle yaptığında belinden kendime çekip sırtını duvara ittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rána
Fanfictionher şey bittiğinde ben yine sendeydim, sende ve senin o muhteşem yara izlerinde. ©bittersv