Son pişmanlık neye yarar diyorlar, bilmiyorlar ki ben o pişmanlığı hatayı yaparken bile yaşıyorum...
Daha küçücüktüm o zamanlar. Anne babam ne derse ona inanan, sınıf öğretmenimin gözüne girmek amacıyla 'haftanın en çalışkanı' kurdelasını alıp, arkadaşlarıma hava atmak isteyen bir ilkokul çocuğuydum. Saf ve temiz duygularımızla oyunlar oynadığımız, her yerimiz terden sırılsıklam olana kadar amaçsızca koşuşturduğumuz, neyin ne olduğunun farkına varabilme kısmına henüz gelemediğimiz dönemdeydim. En önemlisi, kafaya takacağım çokça dert yoktu. En fazla winxteki Flora olmadığım için arkadaşlarıma küsüyorumdur o kadar ya da neden daha az ip atladığımı sorguluyorumdur. Çocukların ne derdi olacak sonuçta, değil mi?
Aslında pek de öyle olmuyor. Derdin ne yaşı, ne de zamanı var. Benim olmasa bile, çok sevdiğim birinin, öz mü öz ablam olarak gördüğüm bir kızın vardı ve onun adına çok üzülüyordum. Onu tanıyordum ben, kaç defa benimle oyunlar oynadığını ve birbirimizle iyi geçindiğimizi biliyordum. Bana hem abla, hem arkadaş olmuştu o zamanlar. Bana sataşan bir çocuk olursa gidip hesap sormuştu onlardan. Fazlasıyla korumacıydı, hatta ailemden bile daha çok düşünürdü beni.
"Benim hiç kardeşim olmadı." derdi hep. Küçük dudaklarımı genişletip "Benim de ablam." derdim. "Ama sen varsın ya, o bana yeter. Sen de üzülme. Yanında ben varım."
Çok mutlu olurdu böyle dediğime. Bana sarılır ve benimle evcilik oynardı. Benden 15, 16 yaş büyük olmasına rağmen kafa yapımız uyuşurdu hep. Ben mi olgundum, yoksa o mu fazla çocuksuydu emin değildim ama bir şekilde anlaşıyorduk işte. Kendi yaşıtlarımızdan çok birbirimizi görüyorduk.
O bizim yan komşumuzun kızıydı. Ara sıra başka bir komşunun evine girer, börekler çörekler ne varsa yerdik. Karnımızı tıka basa doyurduktan sonra iki kız oyunumuza devam ederdik. Bu sonsuz döngü gibiydi. En azından o zamanlar öyle olacağını sanarak mutluluk duyuyordum. Fakat-
Bir süre sonra ortalıklarda görünmemeye başladı. Onu her zaman gördüğüm evinin önünde beklerdim. Arada zile bassam da açan olmazdı hiç. Nereye gitmişlerdi? Beni bırakıp gitmiş miydi?
Günlerce, haftalarca okuldan çıkar çıkmaz evinin önünde bekledim. Artık benimle oyun oynamayı bırak, ortalıkta gözükmüyordu. Defalarca kez anneme sormama rağmen her seferinde geçiştiriliyordum.
Bir gün komşumuz evdeyken, annem beni ekmek almaya göndermişti. 2 ekmeği alıp eve dönerken kapıyı açık bıraktığım için hemen içeri girmiştim. Mutfağa doğru ilerlerken annemlerin seslerini duyuyordum.
Babaannem hep bana kapı dinlemenin günah olduğunu söylerdi. Ama ben çocuktum ve merakıma yenik düştüm. Dayanamayıp, kenara çekilerek onları dikkatle dinlediğimde kulaklarıma inanamadım.
"Kız Ayşe, hala şoklardayım." diyordu Hatçe teyze. "Elif akıl hastanesine kapatılmış ya."
'Akıl hastanesi mi? Ama neden?' diye düşündüm hep. O gayet iyiydi, hiçbir sıkıntısı yoktu. Neden onu götürdüler ki?
"Vah vah. O yüzden mi taşındı tüm aile?" diye diye bacaklarına vuruyordu annem.
"He ya. Milletin ağzında torba mı var ki büzesin? Konuşup durmuşlar, dedikodu yapmışlar sürekli. Onlar da dayanamamış, taşınmışlar. Zaten taşınacaklardı da bahane oldu işte."
"Kaçmıştı oğulları çocuğuyla beraber, değil mi? Ah, İzgi'yi uyardım kaç defa, uzak dur bu kızdan diye diye dilimde tüy bitti. Dinlemedi ki beni huysuz. Kendi yaşıtlarıyla arkadaş olmak varken, gitti delinin biriyle vaktini geçirdi."
Söylenenlere daha fazla dayanamayıp, öfkeyle karşılarına çıktım ve kaşlarımı çatarak sessizce bekledim. Annemle komşumuz beni fark edip, tüm itiraflarını duyduğum için bir anlığına afallasalar da kendilerine gelerek "Ne yapıyorsun sen burada?" dediler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Obsesifin Gözünden
General FictionHayatını sürekli erteleyen ve kendinden başka herkesi düşünen bir kızın hayat hikayesi. İçimizden birinin hikayesi...