Olaylar çözümlenemediğinde bir arayış içerisine girersin. Bu arayış; kendini bulmanı sağlayacak olan etmendir.
Neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Sağıma soluma bakıyorum, beni fark eden bile yok. Benimle aynı kıyafet, aynı saç, aynı beden ve aynı yüze sahip yerdeki kıza gidiyor herkes. Yanına yaklaşarak vahlayıp duruyorlar. Arabanın içerisindeki adam da bir telaşla dışarı fırlıyor ve kalabalıklar içerisinde yerde yatan kıza, yani bana uzanıyor. Biri telefonunu eline alıp ambulansı çağırırken, başka bir adamsa bana doğru eğilip iki parmağını şah damarıma yaklaştırıyor. Boynuma parmaklarını değdirdiğini ve yüz ifadesinin buz kesildiğini görebiliyorum. Diğer insanlara bakarak başını iki yana salladığına şahit oluyorum.
Ama nasıl? Ben buradayım. Kanlı canlı duruyorum. Hiçbir şey hissetmedim bile. Araba çarptığının bile farkında değildim. Bu nasıl oldu? Yerde yatan ben miyim, yoksa benim ikizim falan mı var da o öldü? Hiçbir şey anlayamıyorum.
Bu anlamsızlık beni korkutuyor. Özellikle de kimsenin bana bakmıyor olması, beni bir hayli endişelendiriyor. Orada yatan kızın yanına gitmek için yerimden kıpırdamaya çalışıyorum ama ayaklarım yerden kesilmişçesine hareket edemiyorum. Çok korkuyorum, bana bir şey oldu diye ölesiye korkuyorum. Fakat elimden hiçbir iş gelmiyor, o bedeni geri canlandıramıyorum. Kim olduğumu bile bilmiyorum artık. Ben İzgi Vera değil miyim? Kimim ben? Neyin nesiyim?
Ambulans gelip de yerde cansız bir şekilde yatan bedenim ceset tulumuyla kapatıldığında, hala yaşadığım şoku atlatmakta zorlanıyorum. Ne bir adım ileri, ne bir adım geri gidiyorum. Gördüklerimden de kaçamıyorum, gidip kendimi de kurtaramıyorum. Ben hiçbir şey yapamıyorum, en çok da bu acıtıyor canımı. Bu sefer gerçekten yaşayan bir ölü gibi hissediyorum. Kalabalıklar içerisinde tek bir kişinin bile fark etmediği bir ruh gibiyim adeta.
Ama hayır. Biri fark ediyor beni. Onu görür görmez kaçtığım ve şizofren olma ihtimalimi düşünüp kahrolduğum o insan, şu anda bana doğru geliyor. Her bir adımında çıkan patırtı sesi kulaklarımda yankılanıyor. Sanki tüm güneşi üzerine almış gibi ışıl ışıl geliyor gözüme. Ölüm meleğimmiş gibi yanıma yanaşıyor.
Ağlamama ramak kala yanıma varıyor. Aramızda bir iki adım kaldığında durup öylecene beni izliyor. Gözlerine bakıyorum; her gördüğümde soğuk, keskin mavi gözlerine. Ama bu sefer öyle değil, gözbebekleri büyümüş, masum masum bakıyor bana. Bıyık altından gülümsüyor. Komik olan ya da onu bunca zaman gülmemişken güldüren ne bilmiyorum. Rüyada olduğumu zannediyorum. Evet, kesinlikle rüyada olmalıyım. Bu bir rüyadan başkası olamaz. Böyle bir şey imkansız zaten, öyle değil mi?
"Rüyada değilsin." deyip gamzeleri tam çıkmayı beklerken gülüşünü solduruyor. Açık kumral saçlarını geriye atıp mavi gözlerini benden ayırmazken vereceğim tepkiye odaklanıyor.
İnsanlara göz gezdiriyorum. Belki bir umut bizi görürler diye bekliyorum. Ama kimse oralı olmuyor, hala daha ölen o kıza, yani b-bana bakıyorlar. Ölü bedenimin araca doğru taşınılmasını izliyorlar. Kimisi ağzını kapatıp olayın şokunu üzerinden atamamış, kimisiyse yanındaki kişiyle konuşarak 'tüh', 'gencecik kız' tarzı cümleler kuruyor. Görüş açımı tekrardan Faruk'a çevirdiğimde yanından geçen birinin Faruk'a çarpmadan geçip gittiğini görüyorum.
Nefesim kesiliyor. Boğulacak gibi oluyorum. Bu, bu gördüğüm rüya olamayacak kadar kötü. Bu bir kabus. Çok, çok kötü bir kabus. Başka açıklaması olamaz.
Gözlerim pörtlek gibi açılırken Faruk boğazındaki gıcığı temizledikten sonra "Mutsuz ölenler diyarına hoş geldin." diyor. "Gerçi senin durum biraz farklı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Obsesifin Gözünden
General FictionHayatını sürekli erteleyen ve kendinden başka herkesi düşünen bir kızın hayat hikayesi. İçimizden birinin hikayesi...