Kontrol altına alamadığın her şey üzerine çuvallanır ve korku tüm bedenini sararken, kendini beklenmedik bir olayın pençesinde bulursun.Bağrışmalar, haykırışlar havada uçuşurken kaskatı kesilmiş bedenimle olduğum yerde bekliyorum. Kalabalıklar içerisinde, yerde kanlar içinde yatan çocuğun gözlerinden bir saniyeliğine olsun gözümü ayırmıyor ve benim için duran zamanı düşünmeden, nefessiz kalana kadar bakmaya devam ediyorum. Etrafımdaki kargaşayı, koşuşturmayı bile idrak edemeyecek kadar kendimde değilim. İlginç olanı hiçbir şey düşünemiyorum. En azından şimdilik tek bir düşünce bile yok zihnimde. Ağlasam ağlayamıyorum, yürüsem yürüyemiyorum. Sanki Dünya'dan o değil de ben göç etmiş gibiyim. Tüm herkesle bağlantımı kesmişim ve koskoca Dünya'da yalnız başımaymışım gibi çaresiz hissediyorum kendimi. Daha bir iki saat önce yaşıyordu o. Kanlı canlı bir şekilde önümde durmuş, benimle konuşmuştu. Şimdiyse aramızda yaklaşık 2, 3 metre mesafe var ama bu sefer kalbi durmuş bir şekilde bana bakıyor. Hala gözleri ilk karşılaşmamızdaki gibi keskin fakat boş bakışlar. Tüyler ürpertecek derecede boş bakışlar...
Kılımı bile kıpırdatmadan ona doğru bakarken, kafasından akan yoğun kana odaklanıyorum. Öğrencileri durdurmaya çalışan müdür ve hocalarımız, çocuğun yanına yaklaşıyor, ölüp ölmediğine bakmak için şah damarını kontrol ediyor. Yüz ifadelerini görüyorum; soğuk, hayal kırıklığına uğramış, 'şimdi ne olacak' bakışı atan yüz ifadelerini. Muhtemelen tahmin ettiğim üzere Faruk artık hayatta değil. O ölmüş! Yaşamı son bulmuş!
Beynime kan gitmiyor gibi hissediyorum. Midem feci bir şekilde bulanıyor. Neredeyse kustum kusacağım. Bir elimle karnımı tutacağım sırada başım dönmeye başlıyor, gözüm kararır gibi oluyor. Elimi başıma götürecekken bacaklarım beni ileri geri savuruyor. Sarhoş gibi hareketler yaptığımı idrak edebiliyorum ancak bu duruma engel olamıyorum. O an arkamdan gelen biri omzuma sertçe çarpıyor ve ben dengemi daha da kaybederken kendimi yerde buluyorum. Bu sefer etraf benim için bir süreliğine kapkaranlık oluyor.
Gözlerimi yavaşça açarak kıstığımda "Neredeyim ben?" dercesine etrafıma bakıyorum ama gözüme gelen ışık huzmesi kirpiklerimi kırpıştırmama neden oluyor.
İnce sesiyle "İzgi, beni duyuyor musun canım?" diyen Türkçe hocamızın sesini hayal meyal duyuyorum. Başımı olumlu anlamda sallarken yavaş yavaş karşımda duran hocamızla Sevgi'nin görüntüsü netleşmeye başlıyor. Benim için endişelenmiş hallerini ve heyecanla bekleyişlerini izliyorum sessizce. Sevgi elimi tutuyor, ben de elime doğru bakıyorum ve oturur pozisyona geçtiğim yataktan okulun revirinde olduğumuzu anlıyorum.
Bir anlığına da olsa her şeyi unutuyorum. Unutmasam bile yaşananların bir rüya olduğuna ve uyandığımda bu kabusun sona erdiğine inanmak istiyorum. İçimden gerçekten Faruk'a bir şey olmamış olması için dua ederken, Türkçe hocamızın sesine kulak asıyorum.
"İzgiciğim, ailene haber verdik. Birazdan burada olurlar." diyor.
Aileme ne gerek vardı şimdi? Yok yere strese girecekler. Oysa kendim halledebilir, aileme de hiçbir şeyden söz etmeyebilirdim fakat ne yazık ki artık çok geç.
Küçük bir iç çekmeden sonra dilimin ucunda olan soruyu sormak için kendimi zorluyorum. İçimdeki ses "Hadi sor." diyor. Gördüklerimin kabus olmadığını, tamamen gerçek olduğunu düşündükçe kalbim delicesine sıkışmaya başlıyor. Gözlerimi sıkıca yumuyorum ve Sevgi'nin tuttuğu elimi yumruk yapıyorum.
"Ne oldu İzgi? Sen iyi misin?" diyor Sevgi tiz bir sesle.
"O." diye söze başlıyorum titrek dudaklarımla. "O, iyi mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Obsesifin Gözünden
Ficțiune generalăHayatını sürekli erteleyen ve kendinden başka herkesi düşünen bir kızın hayat hikayesi. İçimizden birinin hikayesi...