Arkadaşalar. bu bölüm önceki bölümlere göre 39 kelime kadar ve daha kısa oldu vede hizli. Kusururma bakmayın. Uzatmayaçalıştım ama daha fazla uzamıyordu. Sonraki bölümde telafi etmeye çalışacağm.
İyi okumalarrr 🌸🌸🌸
**********
Elimin eline değmesiyle gözlerim karardı. Bilincim yerindeydi fakat göremiyor, duyamıyor ve hareket edemiyordum. Yalnızca bütün vücudumu saran karıncalanmayı hissedebiliyordum. Gökyüzü atlayışı yaparken serbest düşüşün insanı sarhoş eden hissini olabildiğince uzun yaşamak için paraşütünü erkenden açmak istemediğin ama biraz sonrasında açmak zorunda kalacağını da bildiğin o birkaç anlık deneyim gibiydi. Sonsuzluk gibi gelen birkaç saniyenin ardından hiçbir şey olmamış gibi tekrar yere basıyordum; bütün duyularım eksiksiz, yerindeydi fakat biraz midem kalkmıştı.
Olduğum yerde kala kalmış, hem nabzımı düşürmek hem de mide bulantımı dindirmek için derin derin nefes alıp veriyordum. Etraf aydınlıktı, muhtemelen sabah saatleriydi ve güneş ışığı ayaklarımı yıkıyordu. Baş dönmesi yaşamamak için sakinleşene kadar gözlerimi ayak parmaklarıma odaklamıştım. Tişörtüm ve saçlarımdaki kırağı erimiş, üzerimdeki kanı da peşinden sürükleyerek yere damlıyordu. Latte tonlarında, oldukça yıllanmış, Fransız traverten taşıyla döşenmiş bir zemine basıyordum. Kafamı kaldırıp etrafımı süzdüm. Daire biçimli, zeminden tavana kadar taştan inşaa edilmiş, ferah bir ofisin ortasındaydım. Beni buraya getiren, adını bile sormadığım kadın odadaki çalışma masasının başında dikilmiş, masanın üzerindeki dağınıklığı kurcalıyordu. Önce sağ tarafımda duran, yerden tavana uzanan, iki kanatlı, ahşap kapı, ardından kapının iki ucundan başlayıp oda boyunca uzanan dev kitaplığa göz gezdirdim. Kitaplığın iki kanadının birleştiği yerde ise geniş ve ferah bir pencere, önünde de koyu renk, ahşap bir çalışma masası vardı.
Yavaş adımlarla bir süre kitaplığı dolaşıp inceledim. Hızlı hızlı, olabildiğince fazla kitabın ismini okudum. Her renkten, her türlü cilt ve kaplamaya sahip, bazıları el değmemiş gibiyken bazıları ise el sürmek istemeyeceğim kadar dökük ve narin halde, sayısız kitapla doluydu kitaplık. Elimi kitaplardan birine götüreceğim sırada kadının "Dokunmak yok." dediğini işitmemle irkildim ve anında ellerimi arkamda birleştirdim. Arkamı dönmeye çekinerek kitaplıkla arama bir adım daha mesafe koydum ve kitapları incelemeye biraz daha devam ettim. Ardından çalışma masasının arkasına, pencereye doğru ilerledim ve parmak ucuna yükselip aşağı bakmaya çalıştım. Ortasında süs havuzu bulunan, taştan, dev bir avlu. Görünürde kimse yok. Avlunun girişindeki taş geçit, ilerisinde arsanın girişi ve daha da ilerisinde göz alabildiğince uzanan sık bir orman... Sırtımı pencereye vererek çalışma masasında kaybolmuş isimsiz kadına döndüm. "Biz neredeyiz?"
"Burası benim ofisim." dedi kadın, uğraşından başını kaldırmadan. Karmaşa yığınının içinden birkaç sayfa kağıdı kenara ayırdı. Bir isimlik bulma düşüncesiyle masanın etrafında dolandım, fakat bulamadım.
"İsminizi sorabilir miyim?"
"Sezen Akyürek" dedi geçiştirircesine, tam o sırada masanın üzerindeki evrak yığınının içinde verdiği savaşı tamamlamıştı. Başını kaldırıp benimle göz göze geldi ve masanın her köşesinden toparlayıp bir araya getirdiği birkaç sayfa evrağı kaptığı gibi doğruldu. "Ama sen bana Müdire Hanım diyebilirsin, Arya. Konsey Akademisi'ne hoş geldin." dedi elindeki kağıtları bir dolma kalem ile birlikte çalışma masasının önündeki sehpaya koyarken.
"Konsey Akademisi?" kafam karışmış bir şekilde Sezen'e bakmayı sürdürdüm. Kadın bana yaklaştı, iki elimden tutup beni masasının önündeki koyu renk, ahşap kaplamalı koltuklardan birine oturttu; kendisi de karşımdaki koltuğa oturup bana doğru eğildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cevher
ChickLit"Hiçbirini merak bile etmiyordum artık. Bütün bildirimleri topluca sildim. Bu, eski hayatıma veda etmenin ilk adımı olacaktı." ************************* Her kadın, sahibinin elinde parlatılamyı bekleyen bir cevherdir; fakat Arya Korkut bundan çok da...