Yine harika bir rüyadan neredeyse avazım çıktığı kadar çığlık atarak uyanmıştım. Ve böylece bir başka uykum daha rezil olmuştu. Ama bu seferki kabusum seçilmiş yada ona benzer birşeyle ilgili değildi. Kabusum Jenny'di. Zaten bu kadar endişelenmemin sebebi de buydu. Sonuçta ben Dylan'ı seviyordum ama Alex ve Jenny ile ilgili kabus görüyordum. Gerçekten Alex ile aramda neler olduğunu yada olmadığını anlamam gerekiyordu. Yoksa böyle giderse ya Alex ile yada Dylan ile aram bozulacaktı. Saate baktım saat 4'e geliyordu. Öğlen üzerimde olan kıyafetimle uyuduğum için yataktan kalktığım gibi dışarı çıktım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Zaten pazar günü yanına gidebileceğim arkadaş sayım yok denecek kadar azdı. Bir de tuhaf kabuslar görmeme yol açmayan sadece iki arkadaşım vardı. Bu yüzden en iyi seçeneğin Lexi'nin yanına gitmek olduğuna karar verdim. Lexi'nin odasının kapısının önüne gelince kapıyı çalmadan önce ne söylemem gerektiğini düşündüm. Tam ben kapıyı çalarken içeride yüksek sesli bir kahkaha koptu ve ardından kapı açıldı. Kapıyı açan kişi tüm suratıyla gülen Patch'ti. Arkasında da yatakta yan bir şekilde uzanmış gülen Lexi vardı. Lexi beni görünce ayağa kalkıp kapıya geldi. Patch'te bana kafasıyla selam vererek Lexi'nin kalktığı yere uzandı.
"Merhaba Lexi. Sanırım biraz yanlış bir zamanda geldim." dedim sırıtarak. Lexi'nin yeşil gözlerinin altı hafif kızarmıştı.
"Sayılır. Ama önemliyse Patch'i gönderebilirim bunu biliyorsun değil mi?" dedi. Ama ben içimden beni ne kadar sevsede bunu yapmayı çok istemeyeceğini düşündüm.
"Hayır, hayır önemli birşey yok sadece odada sıkılmıştım." dedim omuz silkerek
"Tamam o zaman yarın sabah kahvaltıda görüşürüz." dedi ve içeri girerek kapıyı kapatttı. Yine yalnız kalmıştım. Birkaç saniye ne yapmam gerektiğini düşündükten sonra haftasonu okuldan çıkabileceğimiz aklıma geldi. Ian ile ilk buluşmamızdaki gittiğimiz yere gitmek istiyordum. Hem yürüyebileceğim mesafedeydi hemde oradaki manzarayı çok seviyordum insana huzur veriyordu. Odama geri dönerek gömleğimi çıkardım ve onun yerine kapşonlu bir ceketi giyerek okulun çıkış kapısına doğru yöneldim. Hiç kimse bana dikkat etmiyordu. Bu sayede hiçkimseye bir şey söylemek yada açıklamak zorunda olmadan rahat ve mutlu bir şekilde dağ yola çıktım. Fermuarımı çekip kapşonumu kafama örttüm. Sessizce etrafıma bakarak dağın rampa yolunu tırmanıyordum. Aldığım her nefesteki oksijen sanki içimde büyüyen endişe ve korkuyu körüklüyor gibiydi. Okuldaki ilk yılımın bitmesine bir buçuk aydan az zaman kalmıştı. 3 aylık bir tatilden sonra ikinci yılım başlayacaktı. 3 aylık tatil süresince diobolus saldırılarında açık hedef haline gelecektim. Ve bu beni çok korkutuyordu, Ya akşam odamda oturuyorken kabuslarımda gördüğüm tuhaf çocuk bir anda penceremi kırarak içeri atlarsa ne olacaktı? Seçilmiş olabilirdim ama hala tam bir seçilmiş değildim ve güçlerimi çok iyi kontrol ettiğim de söylenemezdi. Şu ana kadar hiçbir insanla bile kavga etmemiştim ama şimdi karşımda 2 metre boyları ve asitli ağızlarıyla küçük bir diobolus ordusu vardı. Sonunda dağın en uç noktasına varmıştım. O kocaman güzel ağacın dalları gökyüzüyle birleşiyor kollarını açarak beni selamlıyor gibiydi. Kpşonumu kafamdan çıkararak ağacın dibine oturdum. Gözlerimi kapatıp temiz havayı içime çekerken sağ tarafımdaki çalılıktan gelen bir sesle irkildim. Dikkatle o tarafa baakıyordum. Ama o sesten sonra başka bir hareket yada ses geldiğini fark etmemiştim. Yvaşça ses çıkarmadan ayağa kalktım. Ellerimin titrediğni hissediyordum. Elimde olmadan en kötü şeyleri düşünmeye başlamıştım bile. Bu sefer aynı ses arkamdaki çalılıklardan geldi. O kadar ani bir şekilde döndüm ki neredeyse dengemi kaybedip yere düşecektim. Dengemi sağladıktan sonra etrafıma bakmaya devam ettim etraf yine ölüm sessizliğine gömülmüştü. Bende sakinleşmeye çalışarak tekrar ağacın altına oturdum. Neredeyse bir saatten fazla bir süre orada hareketsiz bir şekilde oturmuştum ama hiçbir şey olmamıştı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlarken beni okula götürecek olan dağ yolunda sakin olmaya çalışarak yürüyordum. Acaba Alex ve Jenny bütün öğleden sonra ne yapmışlardı? Yada daha önemlisi Jenny burada daha ne kadar kalacaktı. Bunlar o kadar harika sorulardı ki karnıma ağrı girmesine sebep olmuşlardı. Okula döndüğümde saat sekiz buçuğu geçiyordu. Yemek saati bitmişti ama çok açtım bu yüzden yiyecek birşey bulmak için ortaak salona girdim. Her zamanki gibi ortak salona girdiğimde tüm gözler bana çevrilmemişti. Çünkü dikkatleri Jenny ve Alex tarafından dağıtılmışa benziyordu. Alex ise Jenny kenardaki masaların birinde oturmuş sohbet ediyor gülüşüyorlardı. Herkes ise belli etmeden onlara bakmaya çalışıyordu ama çokta başarabildikleri söylenemezdi. Otomatik makinadan bir kek alıp Alex'in yanına oturdum. Jenny sanki beni gördüğününe sevinmiş gibiydi. Alex ise biraz huzursuz gibi görünüyordu. Kesinlikle burada birşeyler dönüyordu ve bende bunu çözecektim.
![](https://img.wattpad.com/cover/18932409-288-k631571.jpg)