Bölüm [3]

498 49 36
                                    

Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olmuştur. Yanlışlarımı veya eksiklerimi belirtirseniz mutlu olurum. Sıkılmadan okuyacağınız bir bölüm olsun. Hepinize iyi okumalar, çokca sevgiler.

🍀

Ocak ayının son demlerini yaşıyorduk. Münih son yüzyılın en soğuk ve uzun kışını geçiyordu. Kim bilir rütbeli beni bu eve getirmeseydi askerler tarafından değil soğuktan ölecektim. Gözlerim karla kaplanmış ağaçların üstünde gezindi. Buraya geleli neredeyse iki hafta olmuştu. Bu iki haftada kar yağışı biraz daha artmıştı. Önceden olsa bu hoşuma gider, dışarı çıkmak için saniyeleri sayardım. O zamanlar dışarıda olanlar aklımın ucundan bile geçmezdi şimdiki halim ise içler acısıydı. Burada bulunduğum süre boyunca Bay ve Bayan Schiller tahmin ettiğimden daha iyi davranmışlardı. Buna şaşırmadım desem yalan olurdu. Konuşulardan anladığım kadarıyla Bay Schiller rütbelinin çocukluk arkadaşıydı ve hatrı sayılan bir doktordu, Bayan Schiller ise işinin ehli olan bir terziydi. Hatta burada bulunduğum süre boyunca benim için birkaç elbise, yelek dikmişti. Açıkça söylemek gerekirse buna sevinmiştim. Birilerinden güler yüz görmeyeli uzun zaman olmuştu.

Rütbeli benim için ayrı bir oda hazırlatmış olsa da orada kalmak istememiş müştemilat kısmında bulunan odaya yerleşmiştim. Hem o odada kalmak içime sinmiyor hem de Bay ve Bayan Schiller'in çocukları pek de onlarla aynı katta kalmamı istiyor gibi durmuyordu. Yanlış hatırlamıyorsam isimleri Arnolde ve Sofia idi. Sofia benden birkaç yaş küçüktü ancak kemik yapısından olsa gerek yanında küçük bir çocuk gibi kalıyordum. Ya da uzun süreli açlığın vücudumda yarattığı yıkımdan. Sofia yaşının bir getirisi olarak manipüle edilmeye yatkındı bu yüzden Hitler'i desteklemesini yabancı karşılamıyordum. Tanrı o adamı şeytanı tanıyalım diye göndermişti. Bayan Schiller, Sofia ile konuşmamı ve ona düşüncelerinin yanlış olduğunu söylememi istemiş ben de olgunlukla kabul etmiştim ancak Sofia zıttetmekten başka bir şey yapmıyordu. Bu yüzden o günden sonra onunla konuşmamıştım. O bir çocuktu ve ondan nefret etmiyordum. Sadece aptallığı içimde üzüntü doğuruyordu.

Müştemilat kısmında benim gibi olan iki kişi daha vardı. İkisi de benden yaşça büyük insanlardı. Birkaç defa onlarla konuşmuştum. Odiya oldukça cana yakın biriydi ancak Eila için aynı şeyi söylemem imkansızdı. Geldiğim günden beri bana nefretle bakıyor, Odiya ile olan tüm sohbetlerimizi sabote ediyordu. Oysa bulunduğumuz durumda yakın olmamız hepimizin yararınaydı. Artık saflara ayrılmıştık ve yapabileceğimizin en iyisini yapıp kenetlenmemiz gerekiyordu.

Rütbeli gitmeden önce tekrar geleceğini söylemiş ancak hala gelmemişti. Onun yolunu gözlüyor değildim ancak beni hiç bilmediğim bir eve hiç tanımadığım insanların arasında bırakıp gitmesi doğru değildi. Hoş onu da tanımıyorum ama beni korumak istediğini biliyordum. Aptallık bendeydi, daha yeni gördüğüm bir adama güvenmiş, üstelik Alman askeri olmasına rağmen,  bir eve sığınmıştım. Evet sığınmak, doğru kelime buydu. Ben bir sığıntıydım. Rütbeli demişken evden ayrılırken sıcak dudaklarını alnıma değdirmeyi ihmal etmemişti. Şok olmuş gözlerle arkasından bakmış ve bakmıştım.

Her bulduğu fırsatta olabildiğince yakınıma geliyordu. Gözlerini bedenimden ayırmıyordu. Bakışlarına, dokunuşlarına yabancıydım. Dinim bunu reddediyordu. Ancak ondan nefret de edemiyordum. Tanrı şahidim ki bunu denemiştim.

Gözlerini ayırmamak demişken Arnolde bir bela gibi peşimdeydi. Odadan ne zaman çıksam dibimde bitiyordu. O ve had bilmez kelimeleri canımı sıkıyordu.

Bize ayrılan odanın kapısı açılırken gözlerimi oraya diktim.

"Hadi Ava sen de bize katıl." dedi Odiya ardından kahverengi saçlarına sardığı bezi çıkarttı. Kısa, balık etli bir kadındı. Kahverengi gözleri saçlarına uyum sağlıyordu. Anlaşılan onlara katılacağım vakit gelmişti. Odiya bazı günler mola saatlerinde beni de yanlarına çağırıyordu.

General || Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin