Bölüm [4]

464 42 30
                                    

Merhabalar, uzun süredir bölüm atmadığım için üzgünüm. Şehir dışındaydım maalesef üniversite işleri falan derken vakit bulamadım. Umarım güzel bir bölüm olmuştur. Açıkçası yorum alamadığım sürece çok da yazasım gelmiyor. Hepinize iyi okumalar.

🍀

Saatler peşi sıra birbirini kovalarken rütbeli ve diğer asker, bakıldığı zaman rütbeliden pek aşağı kalır yanı yoktu, hummalı bir konuşma içerisindeydiler. Bay Schiller arada konuşmaya ortak oluyor diğer kalan zamanda ise sessizce olan biteni dinliyordu. Ne konuştuklarını fazlasıyla merak ediyordum, bu yüzden Odiya elime ne tutuşturduysa büyük bir istekle içeri taşımıştım ancak rütbelinin delici bakışlarını bedenimde hissediyordum üstelik bu sefer pek de iyi bakmıyordu. Onu umursamadım, eve gelen adam için bizim safımızda demişti. Aynı safta olduğumuzu düşünmüyordum o bir generaldi. Eli silah tutan, üzerindeki üniformaya kan bulanmış biriydi. Şimdilik oyunu şartlarına göre oynamakta kararlıydım. Aynı saftayız diyorsa ben de o şekilde davranabilirdim, en azından bir süre.

Odiya, rütbeli ne zaman bana baksa yahut benimle konuşsa bizi yüzündeki kocaman gülümsemesiyle izliyordu. Rütbeli her tabak götürüşümde üzerime atlayacakmış gibi bakıyordu, bunu hissediyordum. Yanaklarım kızarıyor, onun karşısında kedi kesiliyordum. Bu ona özel değildi, en azından ben öyle umuyordum. İlk defa bir erkek bana bu kadar dikkatli bakıyordu. Tepkilerim normal diye geçirdim içimden. Nefesinin kesilmesi ve ölüm beyazındaki yanaklarımın kızarması normal.

"Bu son Ava, gerçekten sana minnettarım. Sen olmasan yetiştiremezdim." dedi Odiya elindeki geniş tabağı bana verirken. Gözlerim fazlasıyla büyük olan hindinin üzerinde gezindi. Yer yer dizilmiş patates ve soğan zaten leziz olan yemeği daha da lezzetli hale getirmişti. Enfes gözüküyordu, dudağımın kenarında biriken sıvıyı hızla yuttum. Tanrım resmen ağzım sulanmıştı. Odiya görseydi günlerce dalga geçebilirdi. Geçsin dedim içimden birkaç gün sonrasında burada olmayacaktım. Rütbeli bu konuda kesin bir dille beni uyarmıştı ancak onu dinleyecek değildim.

Elimdeki geniş tabağı yemek odasına götürürken Odiya'ya göstermesem de heyecanlıydım. Bacaklarım birbirine çarpıp duruyordu. Rütbeli, kapıya dönük olan sırtıyla tamamen karşımdaydı. Arkası dönükken ona bakmak oldukça kolaydı ancak yüzüne hala bakamamıştım. Geniş omuzları, büyük cüssesi ve geriye taranmış hafif dalgalı saçları onu karizmatik gösteriyordu. Adam otururken bile benimle aynı boydaydı. Deri ceketini çıkartmış, tişörtünden taşan kaslarına baktım. Belim büyüklüğündeki kasları yutkunmama sebep oldu. Bir an sadece bir anlığına o kolların beni sardığını düşündüm. Nefesim kesildi.
Yanında çocuk gibi kalıyordum, normalde bu kadar sıska değildim ancak bedenim yorgunluktan ve uzun süreli açlığın getirisiyle çökmüştü. Tanrı biliyordu, savaşta olmasaydık ilgimi çekebilirdi ancak şuan bambaşka dünyaların insanıydık.

Rütbeliye bakarken geçen zamanı hiç anlamamıştım ta ki Bayan Schiller gülerek bana seslendiğinde kendime geldim. Yüzünde muziplik parıltıları vardı. Yakalanmışlığın verdiği utançla kafamı hızla eğdim zaten rütbelinin yüzüne de bakamıyordum ya. Rütbeli hafif bir hareketle dönerek  kapı pervazından giren bedenimi süzdü bunu alttan da olsa görebiliyordum. Daha seri adımlarla büyük masaya ilerledim ve tabağı masaya bıraktım. Bu süreçte rütbeli yanında olan bedenime bakarak yutkunmuştu. Boğazından gelen derin bir yutkunma sesi afallamama sebep oldu. Hızla kendimi geri çektim, parmakları tenime değdi. Üzerimde uzunca bir elbise olmasına rağmen tenim yandı. Parmakları daha çok değsin istedim, bacağımı kavrasın istedim. Kendimden utandım. Vücudumda hissettiğim karıncalanma ağlama hissimi tetikledi.

General || Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin