Bölüm [2]

466 44 24
                                    

Koşuyordum. Nefesim boğazımı parçalayana kadar devam ettim. Ayaklarımdaki gücü son kırıntısına kadar kullanmış, ardıma bir kez bile bakmamıştım. Ölüm bu sefer kapımda değil evimin içine kadar girmişti. Korkunç mavi gözler her an ardımda belirip beni hiç bilmediğim bir karanlığa çekecekmiş gibi hissediyordum. Bayan Müller'in dükkanından nasıl çıktığımı hatırlamıyordum bile. Mavi gözlü adam şok olmuş gözlerle bir süre beni incelemiş ardından büyük bir yavaşlıkla dolap kapılarını üzerime kapatmıştı. Emelie ve Bayan Müller gelip kapakları açana kadar olduğum yerde kıpırdamadan dakikalarca durmuş bir ara nefes almayı bile unutmuştum. Titreyen bedenim,ki hala titriyordu, Bayan Müller tarafından sıkıca sarmalanmış sonrasında sarsak adımlarla çuvala dönmüş bedenimi dükkandan çıkartmıştım. Dakikalarca hiç durmadan koşmuş ve koşmuştum. Tek bir Alman askeri bile umrumda olmamıştı. Tanrım, o mavi gözler boğazıma birer ilmek doluyordu. Kollarımı üşüyen bedenime doladım. Eskimiş elbisem yer yer düşmemden dolayı çamur olmuş, dizlerim parçalanmıştı. Pelte haline dönmüş bedenimi zorla ilerlettim. Bir adım daha atacak halim kalmamış üstüne deli gibi susamıştım. Karşıda boyaları dökülen, kırık camlarına gazete serilmiş yüksek binaya baktım. Bir dolu Yahudi burada barınıyordu. Sıçandan farksız bir yaşantı sürüyorduk. Kalan son gücümle kendimi evin içine attım. Rutubet kokusu yüzüme vurmuştu. İçerisi dışarısından kat kat daha soğuktu. Tanrı biliyor ya bu yapılanların hiçbiri insanlığa sığmıyordu.
Artan kokuyla yüzümü buruşturdum. Alışana kadar canıma okuyor ancak bir süre sonra alışmışlığın getirisiyle kokuyu almıyordum. Kapıyı kilitleyip önüne köşede duran dolabı koydum. Ardından guruldayan mideme aldırmadan kendimi yatağıma bıraktım. Umrumda olan son şey açlığımdı. Öldürecek bir açlık değildi. Buna alışmıştım. Üzerimdeki ince elbiseyi çıkartıp yerine pijamamı giyip yanda duran örtüyü üzerime örterek yapabileceğim en iyi şeyi yaptım ve uyudum. En azından orada Dünya güzeldi. İstediğim insanları orada yaşatabiliyor onlara sarılabiliyordum. Yorgunluk tüm bedenime çökerken kendimi tamamen bıraktım.

Dışarıdan gelen patlama sesiyle kafamı yastıktan hızla kaldırdım. Birbiri ardına gelen bomba ve mermi sesi tüylerimi diken diken yapıyordu. Bedenimi yataktan kaldırıp bir kısmı gazeteyle çevrelenmiş cama yürüdüm. Hava kararmış ancak yanan bedenler ve evler etrafı aydınlatıyordu. Daha önce de bu şekilde bombardımana tutulmuştuk ancak bu sefer diğerlerinden daha farklıydı. Tek duyduğum patlama sesi değildi. Acı içinde haykıran insanlar, hiç bitmeyen yalvarmalar... Korkuyla yutkundum. Sahi son zamanlarda kanımda dolaşan tek duygu korku değil miydi? Artık ben de diğerleri gibi robotlaşmamış mıydım? Oturup beklemekten başka ne yapıyordum? Peki tanrı niçin yalvaran beni görmüyordu? Gözyaşları içinde tüm olan biteni izledim. Çökmüş bedenim uzun pencerenin önündeydi. Tanrım ne büyük acı yaşarken ateşler içinde yanmak en kötüsüde bir insanın ateşler içinde yanmasından bir gram üzüntü duymamak. Binalardan yaka paça çıkarılan insanlara Üzüntüyle baktım. Sadece birkaç gün sonra onlar yerinde ben olacaktım. Belki de birkaç saniye sonra. Sıkıntıyla iç çektim. Gözlerim yolda Alman askerlerinden kaçmaya çalışan küçük bir kız çocuğunu buldu. Ağzımdan eş zamanlı küçük bir çığlık kaçmıştı. Onu bir çöp gibi alıp savurularken gözlerimi yumdum. Geçecekti, geçmeliydi. Hepsi gözümü açtığımda yok olacaktı biliyordum. Bu bir kabus olmalıydı, beynimbana oyun oynuyor algılarımı yitiyordum. Usulca gözlerimi araladım. Sadece bir an olsun yok olmalarını istedim ancak nafileydi. Ateşlerin önünden bana bakan birini yakaladım.

 Ateşlerin önünden bana bakan birini yakaladım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
General || Henry CavillHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin