"İkimiz de yağmurun altındayken kollarımızı iki yana açsak, mesafelere rağmen birbirimize sarılmış olur muyız sevgili?"
࿔᭬ৡ⃪꫶⃗၇͜ᩘ🦋͜ᩘ၇⃪⃖ৡ࿔
"Siz anca konuşun... Hiçbiriniz üniversiteyi kazanamayacaksınız bu yıl. Çok ağır bedeller ödeyeceksiniz."
Coğrafya hocamız Ruhi Bey'in haklı isyanını duyduğumda dudaklarım yana kıvrıldı hafifçe... Cam kenarı arka sıradaki dörtlü bir türlü susmak bilmeyince, Ruhi Hoca artık isyan bayrağını çekmişti.
O dörtlüden nefret ediyordum. Açıkçası hala ergenlikten tam olarak çıkmamış bir kız olarak hayatımdaki her şeyden çoğu zaman nefret ediyordum. Ders çalışmak zorunda olmaktan, biriken çöpleri atmaktan, okuldaki aptal kızlardan, birbirine dolaşan kulaklığımdan ya da yüzümde çıkan sivilcelerden... Evet, çoğu şeyden nefret ederim.
"Öykü, dersi dinlesene!"
Ruhi Hoca'nın yüksek sesi ile irkilince bakışlarımı önümdeki kitaptan çektim ve kafamı sallayıp akıllı tahtada açılmış olan slayta baktım. Okulda aptal çocukların dersi kaynatması yüzünden dersi pek dinleyemezdim, bu yüzden evde kendi kendime çalışıp öğrenirdim.
Ruhi Hoca gözlerimin içine bakarak dersi anlatmaya devam ederken arada not defterime bir şeyler not alıyormuş gibi yapıyordum ama not aldığım yoktu. Tabii o bunu görmüyordu çünkü arka sıralardan birinde oturuyordum.
Ruhi Hoca'yı severdim ama ne yazık ki ders anlatmaktan çok bize sövüyor ve rencide ediyordu. Dakikalar geçerken dersi dinlemeye devam ettim ama canım sıkılmaya başlamıştı.
Az sonra zilin çaldığını işittiğimde yüzümde oluşan gülümsemenin haddi hesabı yoktu. Zil tam zamanında imdadıma yetişmişti. Bugün günlerden cumaydı ve son dersimiz de bitmişti. Hızlıca eşyalarımı toplayıp çantamı koluma taktım ve hızlı adımlarla sınıftan çıktım.
Aşağıya inmek için yangın merdivenini kullandım. Bunu sadece cuma günleri yapardım çünkü okuldaki aptallar resmen birbirlerini eze eze okuldan çıkıyorlardı...
Az sonra bahçeye indiğimde İstiklal Marşı'nın okunacağı alana doğru yürüdüm. Marşı okumadan bizi salmazlardı... Kendi sınıfımın sırasını buldum ve en arka tarafta beklemeye başladım. Müdür yardımcısı bahçedeki platformun üzerine çıkıp gereksiz konuşmalar yaptığı sırada çantamın ön gözünde duran, birbirine karışmış kulaklığımı çıkarttım ve düğümlerini çözmeye başladım.
Oflaya oflaya tüm düğümleri çözdüm. En kısa zamanda kendime kablosuz bir kulaklık almam gerekiyordu... Kulaklığı çözüp düzgünce elime sardım, okuldan çıkınca takardım.
Az sonra hazır ol komutunu duyduğumda duruşumu düzelttim. İatiklal marşı okunduğunda ise bahçenin bir köşesine çekilip kalabalığın dağılmasını bekledim. Dehşet içinde karşımdaki çocukları seyrediyordum. Birbirlerine çanta fırlatanlar vardı, birbirlerini yumruklayanlar ve birilerini çiğneyerek dışarıya çıkmaya çalışanlar... Hatta bir çocuk az önce 'FREEDOM' diye bağırıyordu.
Kulaklığımı kulağıma taktım ve bir müzik açtım, kalabalık dağılınca okuldan çıktım.
Çalıştığım kafeye doğru gidiyordum... Evet çalışmak zorundaydım, çünkü benim benden başka kimsem yoktu. Aslında ailemi kaybettiğimde anneannem beni yanına almak istemişti ama ben kimseye yük olmak istemiyordum. Ailemden kalan evi satıp daha küçük, kutu gibi bir eve çıkmıştım ve şu an çalıştığım kafeyi bulup orada işe girmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Bir Ben
Teen FictionSadece arkadaş edinmek için ufak bir oyun oynayarak, alışveriş merkezinin her bir köşesine kullanıcı adınızın yazılı olduğu kağıtlar bıraktığınızı düşünün. Peki sadece bir kağıt parçası, hayatınızı ne kadar değiştirebilir? Başlangıç : 16.04.2022