Keyifli Okumalar!
***
Öğle saatlerine doğru Mert'le beraber Sürmene'ye doğru yola çıkmıştık. Güneş taksinin penceresinden yavaşça içeriye doğru süzülürken pencerenin dışında kalanları seyrediyordum ben de. Etraf uzunlu kısalı ağaçlarla, çalılıklarla ve çimenlerle doluydu. Biraz ileride sıra sıra dağlar görünüyordu. İstanbul gibi bir metropolden çıktığımdan olsa gerek, bu kadar yeşil gözüme biraz garip görünmüştü. Burada devamlı yaşayabilir miydim bilmiyordum ama bunaldığımda veya kafam attığında kendimi dinlemek için burayı kesinlikle tercih edebilirdim.
Bir süre sonra ağaçlık yollardan ayrılıp denizin kıyısında ilerlemeye başladık. Burası çok daha güzel görünüyordu. Bir yandan Karadeniz tüm hırçınlığıyla dalgalanıyor, diğer yandan yeşil manzara en üstlerde sakince onu seyrediyordu. Pencereyi açıp rüzgârın ritmine bıraktım kendimi. Bu memleketin rüzgârı bile farklıydı sanki. Havayı derin derin soluyup huzur bulmayı denedim. Evet, kendimi iyi hissetmiştim ama sadece bu kadardı. Çünkü bütün bunları yaparken aklımda tek bir şey vardı, o da Gökalp mahallesiydi.
Burayı izlerken bizim Gökalp gelmişti aklıma. Bir yerlerden eve dönerken Biber sahilinin kıyısından geçer, tıpkı bu şekilde denizi izler ve denizin o tuzlu kokusunu doya doya içime çekerdim. Hatta bazen bu da yetmez, kayalıklara inip saatlerce otururdum. Genellikle kafam attığında giderdim oraya. Kimi zaman sahildeki parklarda oynar, yürüyüş yapar, bisiklet sürer ve arkadaşlarımla çekirdek çitleyerek dedikodu yapardım. Çünkü kaybettiğim huzur hep oralarda bir yerlerde olurdu.
Uzun bir zamandır en büyük acılarıma ev sahipliği yapmış olsa da Gökalp'in yeri bende çok başkaydı. İleride doğacak çocuklarıma Gökalp'i tanıtırken burası annenizin gerçek evi, diyeceğimden asla şüphem yoktu.
Mert'e, "Daha ne kadar kaldı?" diye sordum sabırsızca.
"Çok bir şey kalmadı. Sıkıldın mı?"
Başımı onaylar biçimde salladım, "Evet. O kadar sıcak ki neredeyse eriyeceğim."
"Az daha dayan. Geldik sayılır."
Saniyeler sonra ana yoldan sapıp geniş bir sokağa girdik. Sokak hafif yokuşluydu. Denizi ardımızda bırakıp yeşilliğe doğru ilerledik ve en fazla iki dakika sonra taksici, Mert'in telkiniyle bir köşede durdu. Böylece yolculuğumuz sona ermiş oldu.
Taksiden iner inmez kentin ılık rüzgârları çarptı tenime. Saçlarım esintiyle beraber sürüklenerek görüş alanımı kapattı. Parmaklarımla saç tutamlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım ve dönüp arkama baktım. Yüksek konumlu bir sokağın başındaydık. Yeşil yeşil ağaçların ve seyrek binaların biraz ilerisinde deniz dalgalanıyordu. Buradaki manzara kelimenin tam anlamıyla muhteşemdi!
Anın büyüsü bedenimin tamamına nüfuz ederken, "Çok güzel," diye fısıldadım kendi kendime. Asıl hayatı buradaki insanlar yaşıyor olmalıydı.
"Öyle, değil mi?"
Hemen yanı başımda duran Mert'e baktım. Onun da saçları tıpkı benimkiler gibi rüzgârda savruluyordu. Yeşilleri ise uzaklara doğru bakıyordu. Buranın havasından mıdır nedir bilinmez, Mert'in gözleri sanki olduğundan daha fazla yeşillenmiş gibiydi. Hatta neredeyse çiçek açacaklardı. Bu düşünceme kendi kendime güldüm. Önceden buzlarla tarif ettiğim bu gözlerden şimdi çiçeklerle bahsediyordum. İşte... Hayat insanı nereden nereye getiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUKADDERAT
DragosteGökalp mahallesinde satırlara dökülen aşkların hız kesmeden devam etmesinin hemen ardından... Yıllar yılı içinde biriktirdiği o büyük aşkı daha fazla kaldıramayan Meryem için hayat, zorlu mücadelelerle geçip gidiyordu. Kalbini demirden pençelerle s...