"O neydi, Jongin?"
Telefonunu kenara bırakıp -fırlatıp- yatakta doğruldu ve dizlerini pat patladı. Sorgulamadan veya ikiletmeden ona yaklaşıp dizlerinin üstüne oturduğumda kollarım hala göğsümdeydi.
"Hiçbir şey değildi, iğrenç şeyler yazmaya devam etmemesi için onu engelledim."
"Ve yayında olduğumu bilmene rağmen beni öptün Jongin. Sonra da bir şey söylemeden gittin... Hiç haz etmediğin takipçilerim bizi sevgili sanıyor şu anda, beni kıskanmışsın ve beni öpmen çok tatlıymış."
Çenesini omzuma sürtüp kollarımı çözdü ve beni biraz daha yakınına çekerken ellerimi omzuna yerleştirdi. "Tam şu anda onların sandığından daha sevgiliyiz ama öyle olmadığını da biliyoruz. Niye söyledikleri birkaç kelimeyi umursayalım ki?"
Haklı olduğu için omuz silktim. Boynuna sarılacağım sırada sormayı unuttuğum bir diğer soruyu hatırlamamla geri çekildim ve kucağından kalkıp bir şey söylemesine izin vermeden onu omuzlarından itip yatağa düşürdüm.
"SALAK."
"Ne?"
"Gizli gizli yayınımı mı izliyordun sen? Hani hesabın yoktu ve asla açmazdın? Hani sevmiyordun böyle şeyleri? Hani burada uslu uslu duracaktın?"
Dirseklerinden destek alarak doğrulup bir süre bana baktıktan sonra tekrardan uzandı ve kollarını iki yana açtı.
"Bebeğim, sen böyle her şeyi soracak mısın?"
"Başlatma bebeğine Kim Jongin, dökül."
"Hesabım falan yok hala, merak ettiğim için paylaştığın linkten girdim yayına. Gizli bir şey de yapıyor değildim, bak öğrendin bile."
Linke tıklayınca hesap istemeden yayına giriliyor muydu yani? Her gün yeni bir bilgi dostlar. Her gün yeni bir bilgi.
Yaptığı açıklama yeterince kabul edilebilirdi. Bu yüzden cevap vermeye gerek duymamıştım. Sorup etmeden yükseldiğim için özür falan dilemeyecektim. Ki Jongin de bunu epey iyi biliyor olmalıydı.
Odadan çıkıp fazla büyük olmayan evimde mutfağa doğru ilerledim. Bir anlığına neden buraya geldiğimi sorgulasam da çabucak hatırlamış ve dün akşam yaptığımız limonlu cheesecake'i dolaptan çıkartıp iki tabağa koymuştum. Ah ah... Sehun'um da pek severdi yaptığım limonlu tatlıları. Belki de Jongin'le bu yüzden iyi anlaşıyorlardı. Limon kardeşliği gibi bir şey?
Neredeyse bir gündür dolaptaydı, bu yüzden kıvamının tuttuğunu umuyordum. Şekli pek düzgün olmasa da -Jongin'in suçuydu bu, oraya buraya el attığı için tam olarak odaklanamamıştım- tadının güzel olduğuna emindim.
"Jongin, salona." Elimdeki tabaklarla salona girerken Jongin'e seslendiğimde hayatı boyunca bu anı beklemiş gibi birkaç saniye içinde yanıma gelmişti. Ürkütücü ama tatlı...
"Kızgın mısın bana?"
Çöldeki bir bardak suyu donduracak soğukluktaki sesi içimi ürpertmekten çok uzaktı, alışkındım ve sarhoş olmadığı sürece değiştirmemeye özen gösterdiği ses tonu benim için normaldi.
Minicik bir bilgi, Jongin sarhoşken dünyanın en bebek kişisine dönüşüyor. İçkiye dayanıklı olsa da yanımda olmak şartıyla ara ara sınırını aşmaktan çekinmiyordu ve küçük bir oğlan çocuğu gibi davranması yalnızca o an için geçerli oluyordu.
"Kızgın değilim, otur da tatlını ye."
Boynum ve omzum arasındaki benlerin üzerini öptüğünde gülümsedim ve hemen arkasındaki koltuğa kendini bıraktığında elimdeki tabaklardan birini ona uzatıp yanına kuruldum. Orayı sık sık öpüyordu zaten, sorduğumda benlerimi tatlı bulduğu için öptüğünü söylemişti.