11.Bölüm

14 9 0
                                    

- Beklenen an gelince -

Bir hayali yoktu, her şey bittikten sonra neler olacağına dair en ufak bir fikri bile yoktu. Sahi ne yapmak istiyordu? "Büyümek?" Hayır böyle tek düze bir şey değildir diye düşündü. "Koruyucu olmak?" Bunu kendisi istemiyordu ki, Mountbutten'lar istiyordu. Quinn onun düşünceli ifadesine baktı ve kolundan hafifçe dürterek "Ne? Çok mu saçma?" diye sordu. "Ha- hayır. Affedersin, başka bir şey düşünüyordum."

"Senin hayalin nedir Mountbutten?"

Bu soru ona o kadar ani bir şekilde gelmişti ki hayalinin veya yapmak istediği bir şeyin olmadığını söylemeye çekindi. Gerçi kendi sorusunun dönüp dolaşıp onu geri bulacağı belli bir şeydi. Kafasını kaşıdı ve başka tarafa baktı. Gerçekten neden hiç düşünmemişti? Sadece ondan beklenen şeyleri yapmak ve başkalarının istediği gibi biri olmaya çalışmakla o kadar zaman kaybetmişti ki kendisi için gerçek bir hayal bile kurmamıştı. Peki eskinden olsa bu soruya ne derdi? Bir Mountbutten olmadan önce annesi için iyi bir hayat hayal ediyordu. Sadece o ve kendisi. Mutlu ve huzur dolu bir yuva... Ancak şimdi her şey değişmişti. Hala annesiyle yaşamak istiyordu ama bunun dışında artık kendisi için de bir şeyler isteme zamanı geldiğini düşünüyordu. O hala cevabını düşünürken Quinn çimenlerin üzerine yattı ve "Düşünmedin bile değil mi?" dedi. Haklıydı, düşünmemişti bile. Bu durum iyice kendisini kötü hissetmesine sebep olmuştu. Daha sonra Quinn'e döndü ve "Belki hayaline ortak olurum." dedi. Bu Quinn'i biraz şaşırtmıştı doğrusu ama bir şey demedi. Bir süre sessizce onu izledi. Daha sonra Ephonie'ye doğru bakarak "Bunu isterim." dedi. Ephonie bunu duyduğu için az da olsa mutlu olmuştu. Quinn bazen sinir bozucu birisi bile olsa onunla zaman geçirmeyi seviyordu. Yattığı yerden kalktı ve yine ona doğru dönüp bağdaş kurdu. "Devam edelim istersen. Burada fazla bile kaldık."

"Tamam." Şimdi Ephonie de Quinn'e dönmüştü. "Şimdi yapacağımız şey son duyunu serbest bırakmak olacak. Daha sonra... Buradan gidebileceksin. Evine, ailene dönebilirsin çünkü güçlerini kullanmayı öğrenmekten başka yapacak bir şeyin kalmayacak. Onu da zaten ailen öğretiyordu diye biliyorum."

"Evet ama bir süre daha burada kalıp öğrensem daha sağlam olmaz mı?"

"Senin bileceğin bir şey. Bu son duyunun adı düşünce duyusudur. Onu serbest bırakan şey ise dünyevi bağlantı. Senden burada yapmanı beklediğim şey, seni bu dünyaya bağlayan bütün engellerden kurtulman. Ruhunu özgür kılmalısın."

"Bu beni öldürmez mi?"

"Tabiki hayır budala. Burada kastettiğim şey surları yıkmak. Sana ruhunu bedeninden çıkartmayı öğretmiyoruz. Zaten ne kadar çabalasan da yapamazsın, bunu sadece ayna kızlarından¹ öğrenebilirsin."

"O da ne? Yine sihirli bir yaratık mı?"

"Konumuz bu değil Mountbutten, odaklanmıyorsun. Gir şu iç dünyana da bitir bu işi."

Her ne kadar merak ettiklerini sormak istese de dediğini yaptı ve bunun son olması dileğiyle iç dünyasına bir kez daha adım attı.

***

Edward bu defa görmeyi beklemediği bir şey ile karşı karşıyaydı. Kendisi her ne kadar bulunduğu yerden hareket etmek istemese de ayakları birkaç adım geri çekildi. Gördüklerini kendisine anlatmaya çalışıyordu beyni. "Nasıl, ne zaman bu kadar ilerlediler?" diye düşündü. Düşman burunlarının dibine kadar gelmişti ve şimdi onlar hazırlıksızlar mıydı? Kendisine doğru gelmekte olan kutsal büyücüler ve tam ortalarında ki Kevin'i görmeyi gerçekten beklemiyordu, en azından bu kadar çabuk değil. Sonunda donukluğu geçtiğinde ise hızla geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Bunu herkese anlatmalıydı. O koşarak giderken Kevin de ona dik dik bakmayı ihmal etmedi. Onu görmüştü ama durdurmak için bir adım bile atmadı.

Mountbutten Ailesi: İlk IşıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin