Baş dönmesi son bulup yerini acımasız mide bulantısına bıraktığında derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordum.
Her seferinde aynı şey! Bu kartların ve bu mekanın arasında bir bağ vardı fakat benimle ne ilgisi vardı bilmiyorum bile. Ne zaman baş dönmesi yaşayıp dengemi kaybetsem bir an sonra gözlerimi bu lanet çayırda açıyordum. Titreyen bacaklarıma rağmen kendimi ayağa kalkmak için zorladığımda ensemdeki tüyler diken diken olmuştu. Birisi beni izliyordu.
Başımı çevirip bulunduğum mekana göz gezdirdiğimde uçsuz bucaksız çayırda kimseyi göremeyişim beni rahatsız etmişti. Düştüğüm çimenlerin üstüne yavaşça oturup bir süre kendimi toparlamak adına bekledim. Biraz sonra yeniden kendimi kütüphanede bulacaktım ve işime devam edecektim. Birkaç saniye daha...
Saniyeler dakikaya dönüşürken yüzümü okşayan sert rüzgar ile sırtımdan aşağı bir ürperti yayılmıştı. Şimdiye kadar geri gitmem gerekliydi fakat hala buradaydım. Huzursuzlukla etrafı hızla taradıktan sonra ''Pekala. Eğer kendi mekanıma geri gidemiyorsam, ben de yürüyerek giderim.'' diye mırıldandıktan sonra ayağa kalkmak için hareketlendim.
İlerlemek için bacaklarımı zorlarken elimde tuttuğum kartı sıkıp cebime sıkıştırıp ilerlemeye devam ettim. Nerede olduğumu bilmiyordum fakat daha önce gözlerimle gördüğüm hiçbir yere benzemiyordu. Sonsuz gibi görünen bir çayırı daha önce hiç görmemiştim.
Parlak yeşil ve yumuşak çimenler, masmavi gökyüzü ve mutlak ışıkla ışıyan Güneş. Her şeyin rengi o kadar parlaktı ki doğal olamazdı bu.
Saatler gibi gelen süre boyunca o kadar çok yürümüştüm ki, Güneş beni canlı canlı kızartmaya çalışıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım artık. Saçlarımı geriye atıp yavaş yavaş çoğalan ağaçların içine ilerleyip, gölgelere ulaştığımda aklımda susuzluk belirmişti.
Su bulmam lazım ve yiyecek bir şeyler aramalıydım.
Ağaçların içinde ilerlerken, ağaçlar son derece dostane bir şekilde beni karşılıyormuş gibiydi. Tek bir kök ve dal yürümeme engel olmamak adına sanki bana yol veriyordu. Etrafa kuşkuyla bakınarak herhangi birisinin beni takip edip etmediğini anlamaya çalışsam da parlak yeşil yapraklar sanki çevremdeymiş gibiydi. Birkaç adım ilerisi tehditkar karanlığa gömülüyordu.
Pekala... Korkmaya ne gerek vardı ki? Sadece basit bir orman. Arkamı dönerek hızlı adımlarla ormanın içinde ilerlemeyi sürdürdüğümde burada tuhaf şeylerin olduğunu hemen anlamıştım. Ne yaprak hışırtısı ne de bir tane kuşun şakıması vardı. Huzursuzca ''Sanırım ormandan ayrılmanın zamanı geldi.'' diye mırıldanarak geldiğim yöne döndüğümde sonsuz ağaçlıklarla bir süre bakışmıştık. Belki de yeni bir yol takip etmeliydim. Sonuçta sağ taraftan gelmiştim. Şimdi sağa doğru ilerlersem çıkışı bulacaktım.
Yeniden uçsuz bucaksız çayırlığı düşünerek sağa döndüğümde az önce burada olmadığını fark ettiğim patikayla karşılaşmıştım. Az önce burada bir patika yoktu ya da ben fark etmemiştim. Patikaya doğru yavaşça adım atıp sağ dönerek yolu inceledim. Dümdüz ilerleyecektim. Çok basit.
Bir süre yürüyüp çayıra çıkmayı düşünsem de az önceki üç ağızlı kavşağa yeniden geldiğimde durup etrafa bakındım. Biraz önce sağa gitmeyi düşünmemiş miydim ben? Nasıl yeniden buraya gelebilirdim? Şüpheyle etrafa bakınıp ''Bu imkansız.'' desem de buraya bir anda gelmem bile imkansızdı ki!
Bir ağaca uzanıp ulaşabildiğim dalını kırıp yere işaret çizdikten sonra dalı yerden sürterek yeniden yürümeye başladım. Şimdi ilerleyip ilerlemediğimi göreceğim. Bakalım zihnim bana oyun mu oynuyor...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözcü: İki Dünya'nın Kaderi
Science FictionAnlık görüler giderek kontrol edilemez bir hal aldığında son noktayı, ona destek olan tek kişinin gizemli cinayeti koydu. Artık o işlemediği bir cinayetin aranan suçlusu ve elinde tüm bunların açıklamasını yapmak için kullanabileceği tek şey bir ade...