5

147 25 22
                                    

Hiçbir anlam olmayan bakışlarımı çocuğu diktiğimde beynimde birçok düşünce dolaşıyordu. 100. yıl da ne demekti? Ben geçmişe mi gitmiştim? Gelecek olmadığı kesindi. Her şey o kadar eskiydi ki! 
Geçmişe gitmiş olabilme düşüncesi beni daha da korkuttuğunda, çocuğun bana attığı sorgulayıcı bakışları altında eziliyordum.

Başımı çevirip "Neden öyle bakıyorsun?" diye sorduğumda bana doğru bir adım atarak "Sende farklı bir şeyler var. Bunu ne zaman açıklayacaksın?" dediğinde başımı çevirip etrafı izledim. Ona doğruyu söylersem bana deli damgası vurmayacağı ne malum? Ama ya yardımcı olabilecekse?

Elim cebimde saklı duran karta gittiğinde hala kararsızdım. Yavaşça çocuğu bakarak" Sana bir şey anlatsam bana inanacağına yemin eder misin? " diye bir ümit sorduğumda çocuk tek düze bir sesle "Ben yemin etmem." demişti. Tanrı aşkına! Ne bu kötü çocuk ve gizemli olma çabaları?

Dudaklarımı ısırarak "Ben sadece... Ben buraya ait değilim tamam mı? Buraya geldim çünkü bu kart beni buraya getirdi." diyerek elimi cebimden çıkartıp yavaşça kartı çocuğa gösterdim. Şimdi delirdiğimi söyleyecek. Bunu hissediyordum.

Fakat ben ne kadar beklersem bekliyeyim çocuk tepki vermiyordu. Ardından yavaşça" Bu kart benim için bir anlam ifade etmiyor. "dediğinde öylece kalmıştım. Çaresizce" Benim için de bir anlam ifade etmiyor ama karşındayım işte. Ne demek bu? " diye sorduğumda çocuk bu kez gözlerimin içine bakarak" Benim için bir anlamı yok. Bu kart bana bir şey çağrıştırmıyor." demesiyle kalbimin atışı kulaklarımda yankı yapıyordu artık. Bir hiç uğruna mı buraya düşmüştüm?

Çocuk yavaşça karta uzanır gibi olduktan sonra hızla elini geri çekip" Bu kartla ilgili bir şeyler bilen birisini tanıyor olabilirim. Seni ona götüreceğim. O zamana kadar bu kartı saklamayı sürdür." dedikten hemen sonra ben daha cevap veremeden arkasını dönüp ilerlemeye başlamıştı bile. Benden biraz uzaklaştığında peşine düşerek" Bekle beni! Nereye gidiyoruz? " diye sorduğumda cevap vermemişti.

Uzun bir yürüyüşün ardından sonunda çamurlu yollarda ilerlemeye başlamıştık. Giyindiğim spor ayakkabı çamura saplanıp sonunda ayağımdan çıktığında sinirle" Lanet şey! Bekle beni! Hey çocuk! " diye el salladığımda çocuk çırpınışlarıma ancak dönüş yapmıştı. Birkaç saniye bana ve çamura saplanan ayakkabıma baktıktan sonra bana yaklaşarak bileğimden yakalamış ve ani bir hareketle kendisine doğru çekmişti.

Çıplak ayaklarımla çamura bastığımda bakışlarım etrafımızda yürüyen insanlara kaymıştı. Bize bakıyor ve kendi aralarında konuşuyor, bazıları ise yürümeyi bile bırakıyordu. Bakışlarım çocukla bana kaydığında ne kadar tuhaf göründüğümüzü hemen fark etmiştim. Üstümde ki kot pantolon ve tişört ile kesinlikle buraya ait olmadığım belliydi.

Tereddütle çocuğa bakarak "Çok tuhaf duruyoruz." dediğimde bir an etrafı süzmüş, onun attığı anlık bakış ile çevremizde bize bakınan insanlar bir anda hareketlenmiş ve uzaklaşmaya başlamıştı. Kaşlarımı kaldırarak "Vay canına. Böyle bir etki beklemiyordum. Hey baksana... Adını bilmiyorum o yüzden sana nasıl seslenmem gerekiyor bilmiyorum." diye konuşma başlamıştım ki aniden "Dorian Fray." demişti. Gözlerimi kırpıştırarak "Pekala Dorian... Kıyafetlerimi değiştirsem daha mantıklı olacak gibi. Bunlarla çok dikkat çekiyorum." dediğimde onaylayarak "Farkındayım ama insanlar benimle birlikte olduğun sürece sana tek bir laf bile diyemez. Ve giysiler için de... Sana bir şeyler ayarlayacağım gideceğimiz yerde." diyerek başını çevirmişti. Başımı salladığımda aklımdan geçen "Ne demek tek laf edemez? Köyde saygın birisi mi?" olmuştu.

Köyün sokaklarında ilerlerken insanlar gerçekten de yanımda Dorian'ı fark ettiklerinde başlarını hızlı bir şekilde çeviriyordu. Sanki Dorian'ın varlığı onları bir şekilde tedirgin hissettiriyor gibiydi. Onların aksine ise ben çok daha rahattım. Onda tehlikeli bir enerji bile almıyordum. Sessiz ve fazla soğuktu ama bu onun tehlikeli olduğunu göstermezdi sanırım.

Gözcü: İki Dünya'nın KaderiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin