17- herkesin bildiği sırlar

4.3K 452 2K
                                    



Küçük karanlık bir oda, havasız ve tozlu ortam. Yine aynı yer diye geçirdim içimden. Yine zincir sesleri ve birkaç havlama duyuyorum. Gözlerim mi görmüyor yoksa zifiri karanlık mı ayırt edemediğim yer bana aynı kalp sancılarını yaşatıyordu.
Uyuduğumu ve rüya gördüğümü anlıyordum. Bu farkındalık da beni uyandırmaya itti ama yapamıyordum. Açılmamaya meyilli gözlerim sanki yapıştırılmış gibiydi ve ben yorgundum. Göğsümün hızlıca inip kalktığını hatta tıkalı nefeslerimi hissedebiliyordum lakin uyanamıyordum işte. Her şey rüyadan ibaret, hiçbir şey gerçek değil. Geçti, geçti, geçti... Olmuyor! Uyanamıyorum işte. Korkunç bir şekilde farkında olduğum rüya aleminden çıkamıyordum.

Hem de birinin bana yardım etmesine rağmen.

Olduğum simsiyah odada yalnızlığıma eşlik eden biri vardı. Beni harekete geçirmiyordu, yalnızca bir hissiyattan bahsediyordum. Tam olarak sırtımın ortasında, dokunulmayı beklenen kısım alev gibi yanıyordu. Belki bir muhtaçlıktı. Belki de harekete geçmem için bir işaret. Ya da ben uyanmak için bir ışık bekliyordum. Evet, beni sarsacaktı ve ben bu karanlık kabustan uyanacaktım.

Öyle de oldu. Sonunda uyandım ama kendiliğimden uyandım. Rüyanın etkisindeki gibi biri gelip kurtarmadı beni kabusumdan. Tamamıyla tek başıma kurtulmuştum. Öyle ki sıkıntıdan terden sırılsıklam olmuştum. Nefes nefese kalktığım yatağımda hiçkimse yoktu. Yalnızca ben vardım, her zamanki gibi.
Aldığım derin nefesler sayesinde sonunda sakinleşme başlayacakken yarı açık gözlerimle etrafıma baktım. Gördüğüm onca siyahlığa rağmen oda aydınlık ve ferahtı. İşte şimdi kendi kendime "geçti... korkma iyisin." diyebiliyordum. Güvenli alanıma ulaşmanın verdiği huzur bu sefer soluklarımı kesmedi ve ben gerçekten derin nefes alabildim.

Son zamanlarda sayamadığım kadar çok fazla kabus görmeye başlamıştım. Uzun zamandır yoktu bu ama yine peşime takılmaya başlamışlardı. Belki yine strese girmem ve bol kafa karşılıklığı içeren günlerimin etkisi vardı ama yine de unuttuğum alışkanlığın gün yüzüne çıkması beni tedirgin ediyordu.
Belki de Hyuck'un gitmesini fazla kafaya takmış ve üzülmüştüm. Bilemiyorum.

Evet, Hyuck gitti. Her ne kadar birkaç haftaya onu görecek olsam da varlığına alışmıştım. Birden apar topar gitmesi de koymuştu. Aslında ön yargılarını yeni yeni kırıp adaptasyon sürecini hızlandırsa da, ailesinin işleri nedeniyle birden kendini Seul'de buldu. Festivalin son gününe denk gelmesine de birazcık sevinmiştim. O günlerde gerçekten eğlenmiş, yaşadığım huzursuzlukları kendisine belli etmeden günlerimizi geçirmiştik. Öyle ki onu kendi iç kavgalarımla bile münasebete sokmamıştım. Ne kasabadaki hasımlarımdan bahsettim ne de "ondan" bahsettim. Sadece anı yaşadık ve mutlu olduk. En azından ben öyle düşünüyordum.

Ama şimdi yoktu ve onun gidişinin üstünden henüz iki gün geçmesine rağmen ben yine kötü rüyalar görmeye başlamıştım. Aslında bu alışkanlıktı buna katlanabiliyordum. Fakat kasabaya geldiğim son zamanlardan beri bu alışkanlık seyrekleşti. Çünkü kafamı meşgul eden başka bir şey vardı ve rüyalarım bile onunla doluyordu. Onunla kavga ediyordum, onunla yürüyordum, sürekli onu görüyor ve onu öpüyordum.

Öpmek... Tam olarak Kang Taehyun'u öpmekten bahsediyorum evet.

Kimseye yalan borcum yok. Ben onu fiilen öpmeden önce de rüyalarımda öpüyordum zaten ama bunu ona tabii ki söylemedim. Kesinlikle hayal aleminde sıcak dakikalar yaşadığım eski arkadaşımla olan şeyleri kendisine söylemezdim. Ama en azından bunu kendime açabiliyordum ve büyük bir adımdı.

Sonra bu gerçek dışı olaylar birden yaşanmaya başladı. Açıkçası biraz korkmuyor değildim ama bundan zevk de aldım. Yaşadığım karmaşık duygular beni heyecanlandırıyordu. Aklımın ucundan hiç geçmeyen şeyler önce rüyalarıma sonra hayatıma girdi.
Ve bu olay bir kez de olmadı. Kendini tekrarladı. Birkaç defa yaşanmasına rağmen ben o duyguyu her gün tatmak isteyen bir doyumsuz olmaya başladım. Resmen öpücüklerini istiyordum. Evet, bunu da kabullendim.

yüreksiz kavgaların ziyanı -taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin